Pazartesi, Nisan 28, 2008

KİTAPLAR VE BEN



Sevgili Sessiz Balık beni KİTAPLAR konusunda sobelemiş.
Beni hatırlamış olması ve bu konuda yazma önümü açmasından dolayı çok mutlu oldum.
Sobe'nin konusu kitaplar, takip ettiğim bloglarda gördüğüm kadarıyla açılımı yok. Bu yüzden sanırım uzun bir sobe yazısı olacak.
* * *
Blog açmak ve yazı yazmak! Beni oldukça heyecanladırmıştı. Torunlarıma ve "belkide" onların çocuklarına geçmişten anılası birşeyler bırakabilecek, unutulmayacak, aynı zamanda bugünü birileriyle paylaşabilecektim. Yıllarca parmaklarım çalışmış, birilerine hizmet etmişti. Bugün artık kendim için parmaklarımı oynatacak içimden ne geliyorsa yazıp kendimi ifade etmeye çalışacaktım.
Doğru, yanlış, iyi, kötü, sadece içimden geldiği gibi.
Konumuz kitaplardı şimdi buraya nerden geldik?
"Önceki bir yazımda da belirtmiştim" bir kelime üzerine yazı yazmak, düşüncelerimi anında biryerlere götürüyor, yazmadan da geri getirmiyor.
"Kitaplar" bugün de var ama ben yine geçmişe bir yolculuk yapacağım. Sanırım geçmiş içimde yığılmış. Bu yığılmanın üzerine "bugünüm" kelebek kadar hafif kalıyor ve ömrü kelebek kadar kısa oluyor. Nerdeyse dünü unutur oldum, çok önceleri en ince ayrıntısına kadar hatırlamama karşın. Yazdıkça yığılmaların azaldığını, hafiflediğimi hissediyorum...
* * *
İlk kitabım, ilkokul 4. sınıf sömestir tatilinde okuduğum ÇALIKUŞU romanıydı. Kıyıda köşede, her bulduğum yerde iki gün içinde bitirmiştim koca kitabı. Çok ağlamıştım Feride'ye, aşkından mı? yoksa çektiği haksızlıklardan mı? bilmiyorum. Sonra POLLYANNA. Yaz tatilini zor etmiştim yeni bir kitap okumak için.
Kitabı bitirdiğimde çocuk aklı ile "keşke önce bunu okusaydım, o zaman Feride'ye bu kadar üzülmezdim" düşüncesi beni üzmüştü.
POLLYANNA beni o kadar etkilemişti ki, yaşamı böyle kurmalıyım " her kötülükte bir iyilik haberi vardır " diye düşünmüştüm ve o gün bugün hiç değişmemiştir bu düşüncem. Sonra ufak tefek birsürü çocuk kitabı, çok sevdiğim DOĞAN KARDEŞ dergileri.
Daha sonraları çağımızın unutulmaz yazarları ve kitapları aldı zamanımı. KERİME NADİR, MUAZZEZ TAHSİN BERKAN, REŞAT NURİ GÜNTEKİN, HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR, PEYAMİ SAFA.
Kitap okumaya doymuyordum. Kuzenlerim ve arkadaşlarımla sık sık kitap alış verişi başlamıştı. Kitaplarımız hiçbir zaman kaldığımız yeri bulmak için köşesinden kıvrılmazdı. Çok değerliydi kitaplarımız, okuyunca hemen sahibine iade edilirdi. Şimdiki gibi çok kitap ve kütüphane bulunmazdı evlerimizde. Herkezin durumuna göre beş veya on kitabı olur ama elden ele dolaşırdı. Semtimizin ve okulumuzun kütüphanesinden temin ederdik çoğu kitapları. En büyük zevkim ise, kitaba ara verdiğimde bir sonraki okuyacağım kitabı düşünmek olurdu. Gündüz bahçe, ev, rahattı kitap okumak ama gece olunca çok zordu. Şimdiki gibi süslü gece okuma lambaları nerde! Tavan ışığını açmak gerek. Kardeşlerimle yattığım odada bu çok zordu. Sokağımızın köşesinde bulunan sokak ışığı odamıza sızıyordu ve ben divanımı camın önüne getirmiş, sokak ışığına yakınlaşmıştım. Rahattım artık, perdeyi yarım açıp, içeri sızan ışıkta geceleri de kitap okuyabilmeyi başarmıştım. Hatta bu oda şeklinin değişikliği, kardeşler arasında ufak bir patırdıyada sebep olmuştu.
Zamanla kitaplarım ve yazarlarım değişmeye başladı. RIFAT ILGAZ, AZİZ NESİN, FAKİR BAYKURT, YAŞAR KEMAL, girdi sıraya, asla yok olmuyacak eserleri ile.
Günümüzün yazar ve kitaplarına haksızlık etmiş olmak istemiyorum. Ama bizim nesil ölümsüz eserlerle tanıştı. (belki de bana öyle geliyor) 70 li yılların başında (otuz lira) ile almış olduğum klasik kitaplarla, ufak çaptaki kütüphanemi genişletmiş ve çok değerli bu ölümsüz eserlere sahip olmuştum...
Ve unutamadığım kitaplar;
EMİLE ZOLA ; MEYHANE: Kenar semtlerde, fakir işçi ailelerinin yaşadığı dramı, ahlak çöküşünü, yokluğun acı sırlarını anlatmış yazar. Yazdığı bu kitap sonraları dert olmuş yazarın başına çevrelerce. Aslında kitap bir ahlak dersi. Kısa aralıkla "iki kere" okuduğum tek kitaptır.
VİCTOR HUGO ; SEFİLLER : Karın doyurmak için çaldığı ekmek yüzünden kürek mahkümu olan, yaşamı özgür ve mahkümiyetle gelgitleri yaşayan bir insanın ciltlere sığmayan serüveni.
MAKSİM GORKİ ; ANA : Okuması yazması olmayan bir ananın, oğlunu girdiği yoldan döndürmeye çalışırken, oğlunun ve arkadaşlarının konuşmalarına kulak verip, binbir çabayla okuma yazma öğrenerek oğlunun yanında yer alması.
DOSTOYEVSKİ ; SUÇ VE CEZA : Suç işleyen ve bu korkuyla kaçan, vicdanınla cezasını cekmek çok ağır gelerek teslim olan bir adamın ibret dolu iç muhasebesi.
MADAME BOVARY, VADİDEKİ ZAMBAK, KELEBEK, ZORBA asla unutulacak eserler değildir.
Evliliğim, kitaplarımla aramda hiç bir sorun yaratmamıştı. Eşimde bir o kadar okumayı seviyordu, artık birlikte okuyorduk.
İlk kızıma hamileliğim, doğum için izine ayrılmam boş vakit yaratmıştı. Neredeyse 9 ay devamlı kitap okudum. Fazla arkadaşım yoktu. Ailem, evim, işim ve kitaplarım...
Sonra elime "iki küçük" kitap geçti ve tüm kitapların en güzelleriydi onlar. Kitap okumak bitmişti artık, "iki güzel" kitap yazmaya başlamıştım...
Kitaplarla mesafe girmişti arama. İşim, çocuklarım, evim vaktimin çoğunu kaplamıştı.
Mesleğimin gereği artık yalnız kanun kitapları, resmi gazete, dünya gazetesi okuyordum. Pek zevkli olmasada!
Tekrar okumaya başladığımda ise, çocukluğumda okuyamadığım çocuk kitapları ile tanıştım. Çocuklarımıza kitabı sevdirmek, okumalarını sağlamak için devamlı kitap alıyorduk. İkiside okumayı çok sevmişler, devamlı kitap ister olmuşlardı. ŞEKER PORTAKALI, KÜÇÜK PRENS, OLİVER, ALİS HARİKALAR DİYARINDA.
Evet! ben bunları otuzlu yaşlarımın başında çocuklarımla beraber okudum.
* * *
Tekrar okumaya başladığımda eski hızım kalmamıştı. Artık çocuklarım kitap alıyor, ben onların kitaplarına ortak oluyordum. Halen de öyle...
Günümüzün yazarlarından, gerçekleri romana dönüştürmesini ve anlatımını çok sevdiğim yazar AYŞE KULİN'dir. Tüm kitaplarını soluksuz okumuşumdur. Bosna savaşını anlatan SEVDALİNKA ve ilk Türk seramik sanatçısını anlattığı FÜREYYA ise unutamadıklarımdandır.
İz bırakanlar;
ELİF ŞAFAK ; BABA VE PİÇ
BUKET UZUNER ; KUMRAL ADA MAVİ TUNA
SUNA KIRAÇ ; ÖMRÜMDEN UZUN İDAALLERİM VAR
Yeni Başlamış olduğum ADAM FAWER'in OLASILIKSIZ ise bende iz bırakacağa benziyor.
İşte;
Size uzun gelecek ama benim için kısa olan kitaplarla yaşam hikayem.
Bende bu konuda kabul ederlerse İncegül'ü ve Sanem'i sobeliyorum.

Cuma, Nisan 25, 2008

DOSTUM " S I R "


Sır'rını söyleme dostuna,
dostu vardır gider söyler dostuna.
" Hadis-i Şerif "


Bir sırrım var deryaya karşı
Oturmuş keyif çatıyor
Rahat mı rahat bir yer bulmuş
Çünkü benimle yaşıyor
Kendinden emin sahibini bile aramıyor
Sıkılınca bedenimde yaralı ceylan misali
Dolaşıyor
Gezmedik hiçbir yerimi bırakmıyor
Bazen beni deniyor
'Sır'lığını kaybetme pahasına
Gelip dilimin ucuna yerleşiyor
Dostluğumuzu bozmak için
Günlerce yayılıp kalıyor
Açılmayan sabır dudaklarından bıkıp
Gülümseyerek
Köşesine geri dönüyor
'Keşke', 'Pişmanlık' silahlarını alıp
Karşıma geçtiğinde
Anlıyorum ki canı
Savaş istiyor
Öldüremiyor ama yaralıyor
'Sabır', 'Hoşgörü', 'Sevgi' silahlarımın
Savaşın sonu olacağını o çok iyi biliyor
'Sır'lığını kaybetme 'Konu'ya dönüşme hastalığından
Çok korkuyor
Yalvar yakar boynuma sarılıp
Yanına kimseyi istemiyor
Beni bende sahiplenmek
Çok hoşuna gidiyor
Biz iki dostuz
Birlikte var olduk
Birlikte yok olacağız

Pazartesi, Nisan 21, 2008

ÇOK GEÇ OLMADAN

Kutuma gelen bir mail, paylaşmak istedim...

Herkesin hırsız oldugu bir ülke varmıs,ama istisnasız herkesin. Gece olunca, insanlar maymuncukları nı ve fenerlerini yanına alır ve komsusunun evini soymaya gidermis. Gün dogarken geri döndüklerinde yüklerini alırlarmıs. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmus bulurlarmıs. Ülkede kimse kaybetmezmis, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolasım son kisi ilk kisiden çalana kadar sürermis.Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmıs. Gece oldugunda, çanta ve fenerle dısarı çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemiş:'Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok.' demişler.Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman evini hep soyulmuş bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terketmek zorunda kalmış.Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş. Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da ülkeyi terketmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye başlamışlar.Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler.Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kağıt varmış.Kağıtda şunlar yazıyormuş: ' Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir...'

Perşembe, Nisan 17, 2008

BİR İYİLİK YAP DÜNYAN DEĞİŞSİN

17 NİSAN

İyilik yapma günlerimiz başladı.
Bugün hiç tanımadığımız bir kişiye, hiç beklemediği bir iyilik yapacağız.
Hiç karşılıksız, hiç koşulsuz, hiç beklentisiz...
Bugün "hiç" olacağız.
Bugün kelebek olup, kelebek etkisi yaratacağız.


Ve;

18 - 19 NİSAN

Üç gün sürecek iyilik yapma günlerimiz.


Bloğuma uğrayan konuklar, siz de katılın iyilik yapma günlerimize.
Bir çocuğun başını okşayabiliriz, yolda gidiyorsak yanımızdan geçen birine tebessümle selam verebiliriz, sokakta çalışan görürsek "kolay gelsin" diyebiliriz, çoktandır ihmal ettiğiniz bir yakınımıza telefon edip hatır sorabiliriz, çevremizde bir hasta varsa bir kase çorba götürüp "geçmiş olsun" diyebiliriz. Taşıtta oturmuş gidiyorsak bizden daha ihtiyacı olan birine yer verebiliriz...

"LÖSEV" en duyarlı vakıflarımızdan biridir. Herhangi bir banka şubesinden, gölde bir damla olmak için bağış yapabiliriz.

Mendil satmaya zorlanmış çocuklarımız var. Elindeki bütün mendilleri satın alıp, satım için ayırdığı zamanı çocuk parkında geçirmesini sağlayabiliriz.

Ben çöplerimin geri dönüşümlülerini ayırarak topluyorum. Bu üç gün geri dönüşümlü çöplerimizi ayrı ve temiz toplarsak, düşünün çöp toplayan çocuklarımızın, karışık çöplerin içinden değil de ayrı ve temiz çöp bulma sevincini!

Bu gün iki simit alıp bir parkta kuşlara vermemiz bile bizi mutlu edecektir. Karşılık beklemeden yapacağımız her iyilik ben inanıyorum ki kısa sürede bize huzur olarak geri dönecektir.

Kendimizi zorlamadan yapacağımız bir iyiliğin, bize vereceği huzur ve mutluluğun, günle sınırlı kalmadığını göreceğimizi umut ediyorum.

Bize bu yolda önder olan "bir iyilik yap" bloğuna kendi adıma çok teşekkür ederim.

Sevgilerimle...

Pazar, Nisan 13, 2008

DÜŞÜNEN CANLI " İ N S A N "

Kelimelerle oynamayı seviyorum. Harflerin ilk çağrışımları gibi, kelimlerin ilk çağrışımları etkiliyor beni. Kelimeyi ilk duyduğumda aklıma düşeni, ne kadar başka çağrışımlar yapsın diye yüreğimle oyun oynasamda yönelmiyor bir başka yere. "İNSAN İNSANLAR" dedi kelime oyuncuları, ben anında çok geçmişe gittim ve bir daha dönemedim bugüne.
İnsanların yokluklar içinde insanca yaşadıkları, yüzlerin güldüğü, saygının tüm duyguların önünde durduğu geçmişe.

Her günün bir önceki günü aratması, insanların akıl almaz davranışları geçmişi daha bir özletiyor bana.
En özlediklerimden biridir vapurlarımız; Boğazın sularında süzülerek bir iskeleden bir iskeleye uğrayan seferleri ile yumuşacık yanaşıp yolcularını toplayan vapurlarımız. Yolcular birbirlerini ezerek değil, saygıyla birbirlerine yol vererek binerlerdi. Çımacısını selamlayıp, kaptan küşkünden el sallayan kaptanına güleryüzle bakarlardı. Yolcu salonunda herkes birbirini selamlar, çok tanıdık olanlar tatlı bir sohbete dalarlardı. İnişlerde binişler gibi saygılıydı. Hiç kimse "ben öne geçeyim" düşüncesine kapılmaz kimse kimsenin ayağına basmaz, kimse dirseğiyle bir başkasını rahatsız etmezdi. Vapurda herhangi bir eşyanı kaybetmen imkansızdı. Unutulan eşya bir sonraki gün kaptanın kamarasında sahibini beklerdi.

Ayakkabılar bile çamur olmazdı eski İstanbul sokaklarında, bugünün para akıtılmış yapay yeşillikleri ve modern yolları yoktu ama çamuruda yoktu.

Semtlerin ekmek fırınları, ekmeğin çıkış saatinde ortalığa ekmek kokusunu yayardı. Ekmek, ekmek gibi kokardı benim çocukluğumda.
O zamanlar daha "çıkar" ve "benlik" sarmamıştı insanları. Onlarca kişinin "bu yanık, bu pişmemiş " diye ellemediği tertemiz ekmeği yerdik içimize sinerek. Buğdaydan yapılan un, katkı maddesi varmı? diye bir düşünce olmazdı. Bildiğimiz buğday, un ve ekmek. İnsanoğlu katkı maddesini keşfetmemişti daha.

Balıklarımız her zaman tazeydi, denizden tutulur ve canlı canlı sunulurdu insanlara. Ölü balıkları kimse taze diye satmazdı. Zaten denizleri daha kirletmemişlerdi insanlar ve balıklar ölmezdi fabrika atıklarında.

Sebzelerimiz "bu hormonlu, bu organik" diye bir ayrıma düşmemişti. Sebzeydi işte! şehir suyuyla sulanmış, mis gibi topraklarda yetişmiş sebze, kimyasal ilaçlarla ilaçlanmamış ağaçlarda yetiştirilen meyve. Parlaklığı yoktu elmanın, domatesin. Gözalıcılığı yoktu ama tadı vardı. İnsanoğlu hormonu da keşfetmemişti daha.

Teknolojimiz iki düğmeli radyo ile sınırlıydı. "Arkası yarın"lar vardı. Ailece dinlenir, yorum yapılırdı. Görsellikten uzak hayallerle süslüyebildiğin radyo tiyatroları... Müzik saati, haberler, sohpetler. Çevir düğmeyi dinle. Kavgalara neden olan uzaktan kumandalar yoktu. Görsel reklamda gördüğünü, yaşamı aynı olacakmış gibi satın alımda yoktu.

İnsanlar "radyasyonu" ellerinde, ceplerinde dahası günün neredeyse on saati kulaklarında taşımazlardı, Haberleşme "haberleşme" sınırında kalır, zamanlar gereksiz harcanmazdı.

Okuma merakı vardı, gazete, kitap çok okunurdu o zamanlar. Kültür seviyesi daha yüksekti. Sinemalar, tiyatrolar halka hitap eder, seyredilmesi sağlanırdı. Her eve gazete girer, okunur ama asla ziyan edilmezdi. Toplanırdı biryerlerde mahallece, kesekağıdı yapımı için. Hem eğlence hem kazançtı çocuklara. Un ile yapılan yapıştırıcı kullanılır, kesekağıdı yapılırdı. Manavlara, bakkallara satılır,çocuklar harçlıklarını çıkarırdı. " Zararlı" diye kullanımı terk edilmiş naylon poşetler başka ülkelerden bize gönderilmemişti. Kesekağıtları ve fileleri yok etmemişlerdi daha insanlar.

Çeşit çeşit deterjanlarımız yoktu, marka kaygımızda... Sabunlarla yıkanan çamaşırlarımız bembeyazdı ve hiçbir yumuşatıcıyla değişilmeyecek kokuları vardı. Sabun kokardı vücut temizliği, saçlarımızın bakımı has zeytinyağı ile yapılır, sabunla yıkanırdı. Sabun saflığını kaybetmemiş, kimyasal katkılarıyla, cicili bicili tasarımlarıyla şampuanı keşfetmemişti daha insanoğlu.

Tüm bakir topraklar, tüm insanlar içindi. Dağlar, tepeler, sahil, orman. Doyasıya gezilir, doğayla içiçe yaşanırdı. Nefes alınırdı, zehir solunmazdı. Yer kapma, ağaç kesme, sahili parselleme açlığına düşmemişti daha insanoğlu.

Alışveriş çılgınlığı, yeme çılgınlığı, sahip olma çılgınlığı sarmamıştı ortalığı. Gerektiği kadar alım yapılır, tüketilmeye özen gösterilirdi. Cebindeki parasını kullanırdı insanlar, kredi kartının limitini zorlamazdı.
Çöplerde yemek artığı olmaz, gereksiz alımlarla dolaplar dolmazdı.

Kimse kimseyi giyiminden dolayı hor görmez, garipsenmezdi giyimler, tasarımı ve temizliği göze hitap eder, saygı yaratırdı. Mini eteğin moda olduğu yıllarda bile nahoş görünümler olmazdı. Aşırıya kaçan giyim ise hiç yoktu. Çarşafı bırakmıştı ama dekolteyi keşfetmemişti daha insanoğlu.

İnsanların yoklukları vardı ama mutluydu. Gülen yüzleri, teknoloji hayalleri vardı.

Sonra! Ne mi oldu?

Kısa zamanda hayatımız değişti. Çok şeye sahip olduk. Eğitimini alamadığımız teknolojiyle tanıştık, kullanmasını bilmediğimiz kolaylıklara sıkı sıkı sarıldık. Benlik hakim oldu ruhumuza, hırs bürüdü bizleri, daha çoğuna sahip olabilme hırsı. Sevgiyi, saygıyı bırakıp "nasıl sahip olabiliriz, nasıl büyüyebiliriz" hesabını yapar olduk. "Düşünen canlı" denen insan düşüncelerimizi yanlış yerlerde kullanır olduk.

ÖNEMLİ DEĞİLDİ ARTIK İNSAN, KENDİYDİ İNSAN İÇİN ÖNEMLİSİ

Yaşamın kıyısında derki; Bu kadarla bitmezdi ama!

Cuma, Nisan 11, 2008

DÜŞLERDE ZAMAN

BAZEN ben ben olmak istemiyorum kendimden ayrılmak yok olmak istiyorum

BAZEN bir güç olmak istiyorum dünyayı avuçlarımla tutmak dönmesine engel olmak
Varsın yıkılsın tek bir tuğla kalmamacasına dışına çıkıp yok olmasına bakmak
Acımasızlığın sonsuzlukta kaybolduğu gülen yüzlerin bulunduğu mutlu bir dünyada varolmak

BAZEN Semazen olmak istiyorum Mevlananın ruhuna inmek varlığına dokunmak
Ney eşliğinde rabap eşliğinde dönmek dönmek dönmek benliğimden sıyrılmak
Kopmak istiyorum yüreğimden ruhum çırılçıplak Allah'a kavuşmak

BAZEN Yunus olmak istiyorum elimde kuru bir dal parçası beni tamamlayan
Dağ bayır dolaşmak aç açık kalmak kula kul olmadan bıkmadan yol almak
İçimdeki aşkı ağaçlara göklere toprağa dizelerle haykırmak boşlukta kaybolmak

BAZEN bir ağaç olmak istiyorum dağın yamaçlarında asırlık bir çınar
Yanımda koca bir dağın kuvvetini hissederek başımı alabildiğine göğe uzatmak
Fırtınalara aldırmamak yağmurda yıkanmak rüzgarlarla okşanmak

BAZEN bir taş olmak istiyorum duygu taşımamak basıp geçenlere aldırmamak
Bir balyozun vuruşlarıyla binbir parçaya ayrılmak dağılmak toprağa karışmak

Ben benden gayri düşlerimdeki zamanda kalmak

Pazar, Nisan 06, 2008

BİR İYİLİK YAP DÜNYAN DEĞİŞSİN

Çok güzel bir blogla karşılaştım, paylaşmak istedim ve aynı zamanda yayılmasına belki yardımcı olabilirim dedim.
* * * * *
*
Nisan ayının üç güzel günü:
17-18-19 Nisan
Bu günlerde hiç tanımadığımız bir kişiye, hiç beklemediği bir iyiliği yapacağız...
Hiç karşılıksız, hiç koşulsuz, hiç beklentisiz...
O gün "hiç" olacağız...
O gün kelebek olup, kelebek etkisi yaratacağız... *

http://biriyilikyap.blogspot.com/
Ziyaretten memnun kalacağınızı, katılmaktan mutlu olacağınızı düşündüm.

Cumartesi, Nisan 05, 2008

AFFETMEK KOLAY MI ?

HATA ve AFFETMEK çok güçlü iki kelime.
Dans ederken, figürler arası bir hata yapıp kavalyesinin ayağına basmak ve sonra "affedersin" demek kadar da kolay değildir açıklaması.

Bilerek yada bilmeyerek yapılan hata, yaşam üzerinde kapanmayacak yaralar açıyorsa, kendinden başkalarının yaşamlarını sarsıyorsa dahası yok ediyorsa bunun affı olamaz!

Affetmek büyüklük olsa bile, hata yapılması ne kadar kolay ise o denli çok zordur affetmek.

Düşüncesini özgürcene söyleyenlerin, yıllarca parmaklıklar arkasında kalıp yok olmalarına karşın, onlarca çocuğa tecavüz edip yaşamdan koparanların
affedildiği bir dünyada, bu kelimelerin bana çağırışımlarından kopup, dört satır mısra ile kaçmak istedim.
Affola!


Gözlerimin hatasıydı seni ilk görmeleri
Ayaklarımın hatasıydı sana ilk gelmeleri
Ellerimin hatasıydı sana ilk dokunuşları
Yüreğimin hatasıydı seni ilk sevmesi
Boynuma taktığım hata zincirinin ilk halkasıydın sen
Affetmedin ne bu hataları ne beni
Ne de ben kendi kendimi

Bu şiir bir dost, bir arkadaşıma ithafımdır.

Perşembe, Nisan 03, 2008

ÇAĞRIŞIMLAR SOBE'Sİ

Sevgili Geveze Kalem'im, "yavrum" beni ÇAĞRIŞIMLAR sobesine davet etmiş. Zevkle hemen cevaplıyorum.
Okumuş olduğum blogların çoğunda bu sobe mevcut olduğundan kimseye sobe yok.

A - Anacığım ( Hiç unutamadığım )
B - Barış ( canımın kuzusu, şu anda başka B yok benim için )
C - Cesaret
Ç - Çocuk
D - Deniz ( bildiğimiz deniz, çok severim )
E - Emek
F - Feryat
G - Güneş
Ğ - Sağırın Ğ'si
H - Hayat
I - Ispanak ( Böreği çok güzel olur )
İ - İde ( Prensesim)
J - Jiklet ( Sakız, Prensesime şekersiz falım )
K - Kitap
L - Lale ( En güzeli sarısı )
M - Hz. Mevlana
N - Nur ( İsmim )
O - Oyun ( Çocuk oyunları hala çok severek oynarım )
Ö - Özlem ( Sıkça duyduğum duygu )
P - Pul ( Çok biriktirmiştim bir zamanlar )
R - Reyhan ( Kardeşim )
S - Yavrularım ( İkisininde adının ilk harfi )
Ş - Şevkat ( Herkezin sığındığı )
T - Top ( "Op" Prensesimin ilk sözcüğü )
U - Umut
Ü - Ülkem
V - Vazife
Y - Yavrularım
Z - Zaman

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...