Pazar, Mayıs 29, 2011

ÜLKEMDE KADIN OLMAK








Ara sıra kıyısından dokunsamda, rengini ortaya koyacak bir şekilde açık olarak bloguma siyaset bulaşırtmak hiç istemedim (di). Ama ülkemde bir yangın var, yangının içinde çocuklar var, yangının içinde kadınlar var, yangının içinde yurdum var, yangının içinde körpecik bebeklerin geleceği var...

Son günlerde yazmak isteksizliği duyuyorum, yazmak istiyorum yazmıyorum-yazamıyorum, ne yazarsam laylom geliyor bana, hep parmaklarım gidip aynı yerlere takılıyor. Okumakla geçiştirmek istiyorum yazma duygularımı, olmuyor. Kaçmak istedikce aynı yerlerde dolandığımı görüyorum, beynimdeki tokmak hiç durmadan sinirlerime saldırıyor. Acımasızca saldırıların karşısında bir boyun eğen de ben olmak istemiyorum, işte bunun için yazmak istiyorum. Siyaset olur (muş) mu? ondan da vazgeçtim. Gerçi beni kim duyar, kim görür yada görüşlerim neyi değiştirir? ki. Ama belki ben yazdıkça, paylaştıkca rahatlarım...

Değerli yazarımız Halide Edip Adıvar'ın "Vurun Kahpeye" sinde bıraktık ikinci sınıf vatandaşlığımızı, mücadelenin özgürlüğe açılan kapılarını gördük. Kurtuluş savaşı ülkemin kutuluşunun yanında kadınlarımızın da kurtuluşuydu. Başöğretmenimiz, yolundan asla ayrılmayacağımız ATATÜRK'ümüz insanın sınıfı olmadığını, tüm insanların aynı yaşam haklarına sahip olduğunu, eşitlikte kadın erkek ayrımının olmadığını öğretti bizlere. Toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını için çıkan kanunlarla Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından yapılan değişikliklerle her alanda kadının varlığının temelini attı. Medeni kanunla başlayan özgürlüğümüz seçme seçilme haklarımızla daha da perçinleşmiş ve Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştu. Kadınlara sağlanan bu özgürlük o yıllarda daha bir çok avrupa ülkelerinde bile bulunmazken Türk kadınına sağlanmış olmanın gururunu yaşıyorduk...

Birey olma hakımızı kullandık, okuma yazma öğrendik, okuduk, yüksek okullara gittik, meslek sahibi olduk, iş hayatına atıldık, her alanda biz de varız diyebilmek için evlerimizin dışında da gücümüze özgürlük gücünü katıp çalıştık. Eğitimlerimiz baba, abi, eş figürlerlerine karşı koruyucumuz oldu. Önderimiz ATATÜRK sayesinde kadınlarımız başını dik tutar oldu. Hiç birşeyden yılmadı kadınlarımız, erkeğine eş, yavrusuna ana, işine malik, evine direk oldu......... ta ki!!! 2000 yıllarına kadar...

1990 yıllarının sonlarına doğru bir takım karanlık güçlerin zayıf beyinlere saldırısı başladı, ilk aşama zayıf olduklarını düşünüp ve hatta bunu emin bir şekilde kabul ettikleri kadınlardı. Yetiştirdikleri bireyleri kadınların içine koydular, kutsal kitabımızın ayetlerini kendi yorumlarıyla aktardılar, korku imparatorluğu yarattılar. Tıpkı üfleyerek kulak yiyen fareler gibi usulca, acıtmadan, yavaş yavaş girdiler beyinlere. Kadına ikinci sınıf olduğunu eşitlik denen olgunun yanlış olduğunu "yanarsın, günahkar olma, yerin çocuklarını yanı, evin, evin direği erkeğin" sözlerini tüm damarlarına zikrettiler. Özgürlüğü gösterip "özgürsünüz" derken hep geriye çektiler...

Sonra kadına saldırı, şiddet başladı. Boşanmak istediğinde eşi tarafından öldürülen, cevap verdi diye eşinden acımasızca dayak yiyen, dekolteliği bahane edilip tecavüz edilen kadın sayısı gün geçtikçe arttı. Önüne geçilmesi çok zordu artık çünkü aleni aile danışmanı adı altında Üresin'ler yetiştirildi, daha geniş bir çevre ile daha geniş anlatımlarla kadına yerini hatırlattılar(!)
Aile danışmanı Üresin'in sözleri üzerine tüm köşe yazarlarımız yorumlarını yaptı, hepsini okudum. Yanlız tüm yazarlarımızın gözünden kaçan bir şey vardı ki! en önemlisi bir kadının ağzından söylenen bu sözlerin yüzdesi oldukça fazla erkeğin beynine yerleşmesiydi. Şakaya vuranların bile çoğunun bir nebze içine kadınının efendisi olduğu düşüncesi girmişti bile, istemeselerde(!) Dört eş alma, bunun resmi nikahla olma sözleri bana göre fasa fiso, orada asıl düşündürücü olan kadınlara aktarılan erkeğin onun efendisi olması, cevap verdiğinde şiddet görmesinin normal olması, erkeğine bakamıyorsa aldatılmasının kaçınılmazlığı, çocuklarını dövsen de seviyorsun ya ehh eşin hem döver hem sever söylemleriydi. Üresin istediği kadar söylesin, gündemi değiştirsin, köşelere söylem yaratsın, geçicidir mi! değil, konu çok derin ve vahimdir.
Çok değerli, bu ülkeye ve insanlığa hizmet veren cağdaş bir Türk doktorunun hasta yatağında evine girilip tüm geçmişine el konulması, değerli bir iş kadınımıza "pornocu" damgası yapıştırılması, değerli bir sanatçımıza "tüm gençlerimizin rüyalarını süslüyor" sözleriyle aşağılanması geldiğimiz noktayı gösteriyor. Ne yazıktır ki son yıllara kadar Cumhuriyet dönemimizde Türk kadını hiç bu kadar küçültülmemiş, hor görülmemiş ve aşağılanmamıştı...










Pazar, Mayıs 15, 2011

MUCİZE İLAÇ (IM)




Günlerdir kumanda panelim ile yorum hanelerinde köşe kapmaca oynuyordum. Blog dostlarım yazı üstüne yazı eklediklerini gördükçe bilgisayarımdan yada son zamanlarda telefon üstüne telefon edip "megabaytmı" her neyse internetin hızını arttırmak istediklerinde baş edemeyip bacılık ettiğimiz TTN'in iki katına çıkarması beklenen hızının hız kestiğinden şüphelenmeye başlamıştım. Acaba dedim benim şu mucize ilacım buna da bir care bulur mu? Bilemedim, hangi kısmına dökeyim ya da pamuğa batırıp neresini sileyim, suyla karıştırayım mı? yoksa sek'mi kullansam falan filan derken neyse dün akşamdan itibaren karşıma çıkan özür dileme yazısına son verip panelime girmeme müsaade ettiler...

Efendim! İnternetin ve çağdaş yaşam teknolojilerinin, kimyasal ürünlerin, bol keseden atılan reklamların ve yeni keşfedilmiş gibi yaygara kopartılarak poşete giren doğal otların olmadığı yıllarda yaşama dair bilgi birikimimizi büyüklerimizden, günlük gazetelerimizden, haftalık yada aylık dergilerimizden alırdık. Gazete, dergi, kitap üçgenimin okunma saatleri iş ve ev yaşamının yoğunluğundan genellikle işe gidiş-geliş vapur yolculuğumda olurdu. Sabahları günlük gazetemi, dönüşlerde kitap okur yada dergilerin yenisi çıkana kadar eskilerini hatim ederdim...

Böyle günlerden birinde "Elma sirkesi, cana can katan kokteyl" başlığı adı altında bir dergide karşıma çıkan bir sayfa dolusu sağlık yazısına rastladım. Elmanın ve sirkesinin faydalarını büyüklerimden bilmemin ötesinde bilmediklerimide yazıyordu. Dedim ya! teknoloji yok o yıllarda ki kopyala-yapıştır yap, wort dosyasında sakla. Eve gelince hemen kestim ve sağlık adı altında açtığım bir karton dosyaya yerleştirdim. O kadar içime sindirerek okumuşum ki! unutmam mümkün değil ama çok severdim ilerde gerekli olabilecek yazıları kesip saklamayı.
Ve halen elimin altındaki karton dosyalara bakıp okumayı internetten bakıp okumaktan daha çok severim...

İşte benim mucize ilacım o yıllardan bu yıllara kadar benimle geldi. Mutfağımda en çok kullandığım, birisi birşeyden yakındığında hemen tavsiye ettiğim, neredeyse ağrıyan yerlerime sürsem faydası olurmu diye düşündüğüm bildiğimiz elma sirkesi. Her markette kolayca bulunabilen, istediğin kadar kullan bütçeyi yormayan, hiçbir zararı olmayan elma sirkesi işte...

Ünlülerimize (!) binlerce lira kazandıran ün'lerine promosyon ün katan şampuan ve reklamlarının olmadığı yıllarda saçlarımızı yeşil yada halis beyaz sabunla yıkarlar son durulama suyuna da saçlarımız parlaklık kazansın diye sirke katarlardı. Sirke kokacağımızı hiç düşünmezdik, ya çocukluk yada hiç sirke kokmadığından. Çünkü sirke evlerde yapılırdı, yediğimiz elmaların kabuğu cam şişelerde su eşliğinde saklanır sirkeye dönüşülmesi beklenirdi. Halis sirke!
Gerçi şimdiki banyolarımızda hamam tası kullanmak yerine delikli süzgeçten akan suya sirke katma imkanı olmadığından saçımızın parlaklığından vazgeçtik. Tüm bilimsel kanıtı üzerindeki etiketinde yazılı, cicili bicili şampuanları hangisi saç dökmez, hangisi kepek yok eder, hangisi keçe gibi yapmaz diye her markayı deniyerek değiştire değiştire kullanmak zorunda kalıyoruz. Faydası çok olmasada kolaylığı bizi cezbediyor.

Yanlız, sirke kullanmanında kuralları var. Ağzında aft çıkan kızım telefonda "anne çok acıyor ne yapayım" diye sorduğunda "elma sirkesi yavrum" yanıtımda ya su katmasını söylemeyi unuttum ya da söyledim o anlamadı bilmiyorum ama sek sirkeyle ağzını gargara yaptığında yaralarının daha çok yanmasından daha sonraları "sirke" sözümden bile "bana birdaha sirke deme" demişti. Ama ben hala bu gibi durumlarda "sirke yavrum" demekten geri kalmıyorum. Sirke şişelerinin üzerinde kullanma talimatları olmadığından nerelerde su ile karıştırılacak nerelerde sek kullanılacak gibi soruları bu konuda ihtisas yapmış birine danışmakta fayda vardır...

Burada elma sirkesinin faydalarını tabi ki yazmayacağım. "Elma sirkenin faydaları" diye Google amcaya yazıldığında yüzlerce sayfada faydalarını anlatır, birde benimki girip yer işgal etmesin.
Ben, sadece mikrop kırma özelliği olan elma sirkesinin başta cilt için mükemmel bir leke giderici ve temizleyici olduğunu belirtmek istedim.

Sirkenin faydalarını çok yerde denedim, kullanıyorum, sonuç alıyorum ve gerçekten mucize diyorum...


Cumartesi, Mayıs 07, 2011

ANNEME






Seni özledim! yüzünü, ellerini, sesini, kokunu. Zamanla bu özlem azalır sanırdım, yarım asır geçti sensiz, yok annem yoook! aksine yıllar özlemin sadece yükünü aldı, acısı halen çok derin...









10 MAYIS 2008
"Bu genç kadın benim annemdi
Tanıyıp arkadaş olmaya fırsat bulamadığım
Sevgisine, anne demeye doyamadığım
Gittiği için yıllarca kızdığım
Yattığı yerde huzur bulsun diye
Her gün Allaha yalvardığım
ANNEM"

Demiştim
Bunları yazarken ağlıyordum annem
Ben dün de ağlamıştım ve yarın da ağlayacağım
Kızgınlığım, kırılganlığım saklı gözyaşlarımın içinde
Tüm acılarım için gözyaşlarım tükendi de
Bir tek senin için tükenmiyor annem
Bizi terkedişinin çaresizliğine
Kızmıyorum artık gittiğin için de
Güçsüzlüğün için de
Anılara döndüm yüzümü çok zamandır
Avunmalara sığındım, yokluğuna alıştım
Göremesemde seni her elimi uzattığımda
Varlığın vardı yanımda annem
Hani bir okul çıkışı, yetişemediğim bir vapur
İkinci vapurda iskelede görmüştüm seni
Merak ve heyecan gözlerine gizlenmişti ya
Sonra ben yıllarca vapur kaçırdım
İskelede yine beni beklersin diye annem
Yokluğunu hiç kabul etmedim, gidişindeki sessizliği
Pirinç karyolanın ucunda, yıllarca bekleyen geceliğin
Bir daha şarkılarını duyamamak, merdivende ki ayak seslerini
Dikiş makinanın gıcırtısı, ismime seslenişini
Senle birlikte tadını kaybeden un kurabiyeleri
Kısacıktı beraberliğimiz, anne nedir bilemedim
Anne diye seslenenleri hep acıyla izlerdim
Senin yokluğun bedenimde bir bütün oldu
Ben hep o bütünlüğe gizlendim annem
Ben artık acıyı sildim, sevgiye serdim yüreğimi
Sen güçsüzlüğü tercih edip, gücünün mirasınla
Anne oldum, ananne oldum görüyorsun belki annem
O güç ki bana bıraktığın
Ben yaşlanmayı seçtim annem
Gitme demiştim o gün sana gitme anne
Kardeşlerim çok küçük daha öksüzlüğe terketme
Son buruk gülüşün olmuştu "çok güçsüzüm" dü sözlerin
Kararını vermiştin gidecektin
Herkes ölümü yakıştıramazken kendine
Sen kendine yaşlanmayı yakıştıramadın annem
Şimdi tek bir gül toprağının üzerinde
Ak düşmemiş saçlarına, çizgisiz güzel yüzüne
Kırışmamış ellerinle
Sanki seninle yarışıyor annem.......








Annelere adanan bu güzel ve anlamlı günde tüm kadınlarımızın, blog dostlarımın, canım yavrularımın anneler günü kutlu olsun...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...