Sevgili Dilek beni sobelemiş.
Geç kalınmış bir teşekkür borçluyum. Zaman aşımına uğramadığı düşüncesiyle yazmaya çalışacağım.
Sobenin konusu olan "nefesimi kesecek anlar" kısmını az değiştirerek "nefesimin kesildiği an" olarak aktaracağım. Ben, güzel nefes kesen anları doyasıya yaşadım. Yavrularımın sınav sonuçlarının listelerde yazılı olması, mezuniyetleri, kep atışları, gelinlik giydikleri an, Mimar olan kızımın Yeditepe Ünüversitesi Edebiyat bölümü bina projesinin yapımın tamamının kendine ait olarak açılış günündeki anı, torunlarımın doğduğu an, ilk adımları gibi, asla unutulmaz anlar ve gerçekten nefes kesen anlardır.
Mutlu olunur seviçten ağlanır, gülünür. Nefesimin kesildiği an denir ama gülmek ve ağlamak da nefes almak olduğunu ben gerçek nefes almadığım bir an yaşadıktan sonra anladım. Allah'ın böyle bir anı bir daha ben dahil hiç kimseye yaşatmamasını dilerim.
NEFESİMİN KESİLDİĞİ AN
1993 yılının Nisan ayı, hava sıcak soğuk karışımı bir bahar günü. Her gün tekrarlanan sabah telaşı ardından işe gitmek için evden çıkışım, işe varışım. İş yerindeyim, günaydın faslından sonra masama oturdum. Yeni bir gün başlıyordu ve işim çoktu. Çok düzenli olduğum için bir gün evvel işten ayrılmadan ertesi günün ilk yapılacak işlerini bilgisayarıma listelemiştim. İlk önce bilgisayarımı açtım, sırasıyla işlerime başladım. Önce kasa açılacaktı, açtım, içinden cep kasayı çıkartarak kasa görevlisi elemanıma teslim ettim. İçinde bulunması gereken az bir parayı, saydım aldım, saydım verdim sistemiyle devrettim. Listedeki ikinci işim, elektrik faturalarının ödenmesi, kasamı açarak içinden 37.500.000 Tl.yi ayırarak disiplinli bir şekilde elektrik faturalarına sardım ve çekmeceme yerleştirdim, saat 9.30 gibi ofisboy elemanını çağırarak yatırmaya yollanacaktı. Sonra maaşlar ödenecekti. O zamanlar banka işlemleri daha bu kadar kolay değildi, onun için bir gün evvelden maaşları ve elk. parasını ayırarak bankaya göndermemiş, sabah ödenecekleri kasamızda bırakmıştım. Diğer elemanımızın gürültülü bir şekilde bilgisayardan çıkardığı ücret bordrosunu (eskiden bilgisayarlar sessizliği pek sevmaz var gücüyle gürültü çıkarırdı) alarak kontrol etmek üzere masama yaydım ve başımı öne eğerek başladım kontrole, bu arada gelen çayımı da yudumluyordum. Saat 9.30 gibi ofisboy elemanını elk. idaresine göndermek için masamın yanındaki zile bastım, bunları yaparken gözüm yaptığım işte olduğundan kafamı hiç kaldırmıyordum. Ofisboy elemanı gelmemişti aslında çok dakik bir çocuktu , yine zile bastım ve sanırım 3 dakika gibi bir zaman sonra kapıda ayak seslerini duyarak neredesin demek için kafamı kaldırmıştım ki! karşımda beresini gözünün hizasına kadar çekmiş, montunun yakalarını kaldırmış, saçı sakalı birbirine karışmış elindeki silahını bana doğru uzatmış bir adam. İşte o an! nefesim kesilmişti, gerçekten kesilmişti, nefes alamıyordum, kalbim durmuş atmıyordu. Kalbim atmıyordu ama beynim anlık düşünülmeyecek kadar çok çalışıyordu.
"bu adam buraya kadar nasıl geldi" "gelirken idari amirin odasından sonra satış ofisinden geçmesi gerekli" " içeride kimse yok muydu ofisboy nerede, çaycı nerede " "vurursa ölür müyüz yaralı mı kurtuluruz, çocuklarım eşim ne yapar" "ayaklarıma felç geldi böyle mi kalırım" "hırsızlık için mi geldiler yoksa terörist mi?" aklımdam hızlıca geçen düşünceler, saatler kadar uzun geçen bir an. Belimden aşağısı tutmuyordu sanki felç olmuştum.
" ayağa kalkın" diyordu karşımdaki, ama nasıl ayaklarım tutmuyordu ki.
" kasayı aç " diye kükredi . Ben gayriihtiyari ileride kasa elemanının masası üzerinde duran çep kasaya çevirdim gözlerimi, sanki adam yanıbaşımda duran koskoca kasayı görmüyordu. Kalkın ayağı emrinin tekrarı ile kendimize gelen üç kişi aynı anda ayağa kalktık.
Sonra çep kasayı açtı, içindekileri aldı, fax ve telefon bağlantılarını kopardı ve yine yanı başıma dikildi "aç kasayı" kalan gücümle kasayı açtım kenara çekilmek istedim, " kıpırdama" Allahım, "al parayı git işte ne istiyorsun daha" diyeceğim ama nasıl.
Paraları alan soyguncu önüne bizleri de katarak satış ofisine doğru yöneldik. Benim merak ettiğim içerideki yedi kişi de ikinci bir soyguncunun silah tehditi altında ayakta duvara dizili duruyorlardı. Hepimizi duvara yüzümüzü döndüren iki kişi dışarıdan gelen ıslık sesiyle içerideki işlerine son vererek, arkamız dönük olduğundan görmediğimiz bir şekilde gittiler.
Kendimize gelen bizler, Astsubay emeklisi idari amirin belinden çıkarttığı silahla soyguncuların peşlerinden koşmasına bir anlam verememiştik. Güvenliğin gelişi, emniyete haber veriş, polislerin gelişi. Neyse sıralama onu görüyorduk. Biz bithap düşmüştük ama bizi gören yoktu illa prosedür işliyecekti. En acısı da bizlerin polis minübüsüne bindirilerek 2.şubeye götürülüşümüzdü. Soyguncular parayı almış yollarını tutmuş gidiyorlardı, biz ise suçlu gibi 2. şubeye götürülüyorduk. Trafikte giderken sanki yollardaki tüm insanlar beni tanıyor gibi utancımdam kafamı öne eğmiştim. Şubede önce sorgulama, ifade veriş, bir odada içinde yüzlerce resim olan klasörlere bakmamız, saatlerin geçişi. Nasıl tanıyacaktık ki soyguncuları, elindeki sihahtan yüzüne bakacak halimiz mi vardı? Adalet sistemimiz buydu, suçlu yolu almış biz tutuklu kalmıştık. Açlığımızı bastırmak için simit almamız için dışarı çıkış izni bile verilmemişti. Ailelerimize telefon bile edememiştik.
Akşam olmuş suçsuzluğumuz ispat olmuşcasına , bizi merasimle getirtilen şubeden lütfen çıkartmışlardı. Bitap bir vaziyette yollara düşmüştük. Daha çile bitmemişti, işyerine gidilecek toplanan yönetim kuruluna da hesap verilecekti. Sonuçta yönetim kuruluna da hesaplarımızı dökerek kaybımızın 161.000.000.- TL.olduğu görülmüştü. O yıl için bu para çok iyi bir paraydı.
Birdaha bu işyerinde çalışamam dediğim işyerine bir sonraki gün gittiğimde masalarımızı toplarken çekmecemde elektrik faturalarına sarılı olan paranın soyguncular tarafından görülmediğini farkederek çok sevinmiştim, zarar azalmıştı (sanki benim zararımdı niye sevindiysem) yönetim kuruluna ibrazım ise çok taktir edilmişti niyeyse!
İşte ben böyle bir nefes kesilişi yaşadım.
HEMEN YAPABİLECEĞİMİ BİLDİĞİM HALDE NEDEN BEKLEDİĞİMİ BİLMEDİĞİM
Yeni bir kitaba başlamak istiyorum ama neyi beklediğimi bilmiyorum.
BİR DAHA DÜNYAYA GELSEM VE SEÇME ŞANSIM OLSA
Uzaktan çok hoş, güzel görülen yaşamlar var. Birinden birini seçmek istesem, içeriği neyi kapsadığını bilmediğim bir yaşama düşmek beni korkutur. Ben yine de kendi kendimi tercih ederdim. Çünkü ben kendimden son derece memnunum.
Yaşamın kıyısında, ilk sorunun cevabının uzun olmasından dolayı özür diler. :)