
Sabahları uyandığımda algılamaya çalışırım günü. Neydi bu gün? Ne yapılacak? Programda ne var? Gibi sözcükler düşüverir aklıma.
Bayramın birinci günü aynı çelişkilerle uyandım. Hımm evet, bugün bayramdı!
.
Kalk, giyin, kahvaltı hazırla, sabah çayı, gazete. Hergün kü gibi bir gün işte, dün de aynıydı, değişen neydi? Tarihler bayram diyordu. Bayram namazı, birgün evvel yapılan bayram yemekleri, dışarıdaki değişik koşturma da bayram diyordu. Oysa evim dün gibiydi, dün fazlası yapıldığı için belki biraz günlük işler daha az. Düzenli bir ev, müze gibi her şey yerli yerinde ve günü yaşamaya başlayan iki emekli!
.
Bayramın ilk sesi canım cadım'dan geldi. Günün ilk saatlerinde, çok uzaklardan tlf. ederek bayramımızı kutluyordu. Canım cadım çok teşekkür ederim, bayrama senin sesinle başlamak çok keyifliydi.
.
Çok geçmeden kapı zili ikinci sesi verdi, açılan kapıda tüm güzelliği ile bayram duruyordu. Lokum'um, canım meleğim annesinin elinden tutmuş, simsiyah iki boncuk göz, her zaman içimi aydınlatan gülümsemesi ile evimize bayramı getirmişti.
.
Çok sürmedi, bayramın ikinci yarısının kapıdan girmesi. Prensesim ve Miniğim ile günün bayram olması evde avaz avaz bağırıyordu. Tabi bu arada ev müzelikten çıkmış yaşama dönüşmüştü. Artık ev buram buram yaşam ve bayram kokuyordu.
.
Yürürken ayağına dolanan bir logo parçası, koltukların üzerinde park eden küçükcük arabalar, yerde yuvarlanan bir top, topun peşinde emekleyerek koşturan miniğim, yanında taşıdığı ödevini masada yapan prensesim, yanında ona kağıt kalemle resim çizerek eşlik eden lokumum. İşte yaşam! İşte Bayram!
.
Bu arada ödevini yapan prensesime " Beraber masamızı hazırlayalım mı? Bugün bayram ödevini daha sonra yaparsın." dediğimde ise hayatım boyunca unutamayacağım, "Ama anane bu zaten bayram ödevi." demesine cevap bulup veremedim. Ne denilebilirdi ki!
.
Ve özel birgün olarak iki bayram bir aradaydı bizim için. Miniğim Can'ımızın doğum günüydü, bir yıl geçmişti aradan oysa dün gibiydi dünyaya merhaba değişi.
.
Aslında bayramları bayram gibi yaşamak hiç zor değil, muhakkak herkesin bir sevdiği vardır. Annesi, babası, kardeşi, çocuğu, torunu, eşi, arkadaşı, komşusu. Sevgiyle kurulan bir masa, muhabbetle içilen bir kahve, huzurla oturulan bir koltuk. Yaşamak istersen neler anlatır sana, görmek istersen sarar sarmalar sıcacık.
.
Günün sonunda ise bayramın öbür yüzü çok acı vericiydi. Haberleri izlerken ekrana yansıyan görütüler son yıllarda bilinen gerçekler olmasına karşın yine de hayrete düşürdü bakışlarımızı. Sağlıksız kurban kesimi, caddelere, denizlere sel halinde yayılan kan, "hayvan" dediğimiz bize herşeyi ile hizmet eden canlılara yapılan işkence (evet resmen işkence diyeceğim) kaçan boğayı ateş ederek öldürülmesi bizi insanlığımızdan ve nerdeyse müslümanlığımızdan utandıracak boyuttaydı.
Her yıl artan bu duyarsızlığa "dur" diyecek olmadığı gibi, konu bile edilemeyecek mazeretler de ayrıca daha bir utanç vericiydi.
.
.
Bizim zamanımızda (yine dedim ve sanırım daha da diyeceğim) kurbanların kanı açılan çukurlara akıtılır, çukur üzerinde bütün işlemleri tamamlanır ve çukur kapatılırdı. Bir damla kan bile etrafa sıçramaz, kurbana saygı gösterilirdi. Dinimizin gösterdiği yolda dağıtımı yapılır, et stoku düşünülmezdi bile.
Değişen herşey gibi değişen bir toplum!!!
.
Bugün bayramın ikinci günü, Can'ımızın doğum gününü bir gün gecikmeyle kutlayarak "İyi ki doğdun CAN" dedik.
İyi ki doğdun CAN'ım , iyi ki doğdun miniğim.
İyi ki doğdun CAN'ım , iyi ki doğdun miniğim.