
Bir aydan fazladır çektiğim sancıların sonunda nur topu gibi bir boyun fıtığım oldu. Bel fıtığım büyüklüğünü gösterip, meydanı kardeşine bırakıp sinsi sinsi sessizliğe çekildi...
İki tertip aldığım kas gevşeticileri ile iğneler ve ağrı dindiricileri sonunda sağ kolumu mecbur olduğum işler dışında da kullanabilir hale getirdim. El ve kol uyuşmalarımı gecelere sakladım. Enseme ve sırtıma acı veren, hareketlerimi kısıtlayan kılıçlar bedenime daha az sızı veriyor artık. Gerçi sol gözümde ki buğulu bakış ile devamlı uçuşan kelebekler yerlerini çok sevmişler ki gitme gibi bir niyetleri yok.Doktor ablaları onlarında yakında gideceklerini, sıkışan sinirlerin özgürlüğe kavuşmasını beklediklerini söyledi. Benim sinirlerim özgürlüğe bira zor kavuşur ya! neyse...
Sonuçta; Birbuçuk ayın son iki günü en iyi olduğum günler oldu...
Ağrılarım, sızılarım, acılarım!!!
Özür dilerim; Yazı odam, arkadaşım, dostum, dert ortağım, arkadaşlarım, dostlarım. Sadece bir yazı yazmak istedim, giriş arabesk kurgusuna döndü...
"Acılarını paylaşırsan azalır, sevinçlerini yansıtırsan ışıtır." derdi babacığım...
"Kemik erimesi" hastalığımın seneyi devriyesinde durduğunu ve hatta azalmaya başladığını yıllık kontrol sonunda öğrendiğimde çok sevindim. Dr. ilaçlarımı muntazam kullanmamın bir sonucu olabileceğini söyledi. Artık beni saatlece hapşırtan burun spreyi yok, şimdilik calciuma devam. Çok sevindim, benim için önemliydi bu. İleri yaşlarda birinin desteğine ihtiyaç duyarak yaşamak oldukca zor ve acı verici...
Bu da sevincim!!!
Boşver yazı odam yazdığıma, çizdiğime bakma. Sağlığıma her zaman dua ederim, şükrederim ben. Bu yaşta daha ne olsun ki!
" Ne olacaktı bu yaşta, kızamık mı olacağız" demek istiyorum ama onu da diyemiyorum...
***
Bir akşam iş dönüşü eve girdiğimde küçük kızımın kaşındığı dikkatimi çekti. Allerjik bir bünyesi vardı ve bu yüzden çok çekmiştik. Bahçede çiçek ve böceklerle çok oynadığını, ellerini iyi yıkamadığını, dikkat etmesi gerektiğini yemek boyunca anlattım. Geceye doğru kaşıntısı arttığında karnına yayılan kızarıkların çiçek açtığını gördük. Belliki su çiçeği olmuştu. Sabah doktora gittiğimizde tahminimiz doğru çıktı...
Yıllık iznimin üç gününü kullanarak hastalığın ilk devresinde yanında bulunmak, büyük kızımı da yanına yatırıp birlikte hastalığı atlatmalarını sağlamaktı amacım...
Olmadı; Büyük kızım (büyüklüğü de, araları sadece bir yaş) suçiçeği olmadı...
Üç günün sonunda, yavruları acilen getirtilen teyzelerine emanetle dördüncü gün işbaşı yaptım. İşyerinde öğlene doğru bende bir durgunluk, bir halsizlik ve kaşıntı. Parmağımı kımıldatmaya halim yok. Kendimi yoklamaya başladım. Suçiçeği mi? yok canım olur mu?
Kaşındıkça kaşıntılarımın üzeri çiçek açmaya başladı, öğleden sonra doğru doktora. Doktor (çok iyi hatırlıyorum) hayretle yüzüme baktı. "Su çiçeği bu ama olamaz!" dedi. "Daha önce suçiçeği geçirdiniz mi?" Diye de sordu.
"Bilmiyorum Dr. hanım küçüklüğümü bilen kimsem kalmadı ki sorayım." dedim. Gerçekte çocukluğumu, küçüklüğümü bilen kimsem yoktu, bunu söylerken de içim sızlamıştı...
Ve ben 33 yaşımda bir çocuk hastalığına yakalanmış suçiçeği olmuştum...
Daha sonraları kabakulak olan küçük kızımın yanına ablasını yatırmış, onu da kabakulak yapmayı planlamış, onda da sonuç alamamıştım...
Bu sefer kendimden çok emindim, çünkü kabakulak olduğumu çok iyi hatırlıyordum. Ağabeyimle benim omuzlarımıza düşen yanaklarımızı annem cami hocasına ispirtolu kalemle eski türkce dualar yazdırmıştı ve biz aynaya bakıp saatlerce gülmüştük...
Ama halen kızamık geçirip geçirmediğimi bilmiyorum..