
Trafiğin yoğun olduğu ana caddeyi geride bırakıp, evime giden sokağa girdiğimde, sokağın iki kaldırımını parsellemiş ağaçların beni karşılaması çok hoşuma gidiyor. Birkaç adım geride kalan gürültüyü bir anda yok eden sanki bu büyülü ağaçlar...
Bahçelerden dışarıya sarkan dalları ile çoktan olgunlaşarak yerlere dökülen dutlarına bakan baynu bükük dut ağaçları, cevizlerini büyütmeye çalışan ceviz ağaçları, artık topla beni diyen erik ağaçları, yeşilden kırmızıya dönmeye çalışan kiraz ağaçları, çam, incir, ıhlamur ağaçları.
Apartman bahçelerinde sıkışmış, kendilerine dönük dünyada tüm olumsuzluklara karşılık yaşamlarını sürdüren, görebilene göz huzuru, alabilene gönül huzuru veren canım yeşil...
Bu sokakta huzurla yürüyorum. İlk geçtiğimde bina altına sığınmış gibi duran, az arayla iki bakkal dükkanı dikkatimi çekmişti. Bakkal dükkanı!
"Unuttum bakkalı olsa gerek" diye düşünmüştüm, yok değil, tuz bile yok. Görkemli alışveriş merkezlerinin, büyük marketlerin eteğinde ne satabilir ki?
Kapısında duran gazete askılığından aldığım bir gazete ile içeri girdiğimde, çeşit çeşit meyve suları, çocukların kandırılması için gözalıcı ambalajları ile çikolata, gofret, sakız v.b. ve sigara. Alışverişte unutulan acil ihtiyaçlar!! Ama adı bakkal dükkanı!!
Çok eskilerini, "kahraman bakkal süper markete karşı" olmadan öncesindeki bakkal dükkanlarını anımsıyorum. Küçücük ama içinde tüm ana ihtiyaçlarını karşılayabileceğimiz bakkal dükkanlarını. Bu küçücük dükkanların mutlaka bir köşesi, beton bölmeyle ayrılarak gaz deposu haline getirilirdi, alt kısımlarında, tek seferde sağa döndürünca açılan, sola döndürünca kapanan sarı bir musluk bulunurdu. Evlerde bulunan gaz şişelerini götürerek doldurulan gaz. Tüm şişelerimiz cam olduğu gibi gaz şişeleri de camdı, pet ve naylonun hayatımıza girmeden öncesi.
Raflarında 100 gr.lık kutu çayları, çuvalların içinde şeker, pirinç, un, bakliyat. Tenekelerin içinde beyaz peynir, hazırlanarak naylon poşetlerin içine daha girmemiş kocaman tekerlek kaşar peynirleri. Kg.ile satılan yemeklik Vita yağı, kahvaltılık Sana yağı.
Gazete kağıdından yapılmış kese kağıtlarında kibarca tartılarak sunulurdu. Ama mutlaka belirli gramajda alınması gerekliydi, (250 gr. 1/2 Kg. ve 1 Kg.) Terazi daralarının ağırlığı kadar. Dijital terazi yok, yazar kasa yok, kredi kartı yok. Çekmecesini açan bakkal amca parayı buraya koyar, para üstü varsa üstünü verirdi. Çok sevimliydi bakkal amcalarımız, mutlaka hal hatır sorar, evdekilere selam gönderirdi...
Bir yüzü AÇIK, bir yüzü KAPALI yazan, kapısında her daim bulunan tabelasının yanında, anımsadıkça beni halen güldüren bir tabelaları daha bulunurdu, "BİR SAAT SONRA GELİCEM" yazan bu tabelayı kapıya asıp giderlerdi. O zamanlar insanın kaybolmamış masumiyeti fesatlığa dönüşmediğinden, Bir saatin başımı? sonumu? ortasımı? diye düşünülmezdi...
Bir zamanlar görmesini, konuşmasını, susmasını bilen, huzuru variyette değil içimizde arayan mutlu bir toplumduk biz...
Nerede kalmıştık? sokağın başında! Dörtyüz mt. kadar bu sokağın huzurunu hissederek evime varıyorum. Öncelikle çocuk kilidi olmayan bir asansörle çıkmaz çok güzel, elinde paket var ise çocuk kilidi olan asansör çok zormuş, bunu anladım. Evim aydınlık, evin içinde güneşle sabahtan akşama sarmaş dolaş geziniyoruz, sıcağı seven bizler bu durumdan fazlaca rahatsızlık duymuyoruz. Ama yine de koli ve torba yığınları ile geçen günlerde zorluğunu çekmedim değil. Yorgunluğu, yerleşmenin sonunda işlerin tamamen bitişinin hayali ile atacağımı düşünerek çalıştım da çalıştım.
Zoru eğlenceye dönüştürmek için bu telaşın ortasında, tam yerleştirilmemiş evi bırakarak, eşya götürmek bahanesi ile İznik göl kenarında çok kısa bir de tatil yaptık...
On yıl önce terkettiğimiz eski semtimize döndüğümüze ve geçmişe kaldığımız yerden devam ettirmeye başladığımıza çok memnunuz...
Yerleşmek günlerimi aldı, benim gibi en ince ayrıntının bile en baştan yerini almasını isteyen biri için bu süre uzun geçti. Taşınmadan önce eski evimde en son kolilediğim huzuru bu evimde ilk koli olarak açtım. Çünkü, koli yığınları ıle poşetlerin üstüste yığılmasından ve bana "bizi kurtar" diye yalvaran gözlerle bakmasından bunalıma girebilirdim.
Tamamen yerleşince tüm işlerin bitmesi ise sadece bir hayaldi...
Yemek yap, bulaşık yıka, yine yemek bitti. Çamaşır yıka, kurudu ütüle, kirli sepeti yine dolu.Toz al, cam aç, olmadı yine toz oldu, sil, süpür. Topla, kaldır bitmedi başa dön. Güneş geldi stor kapa, güneş gitti stor aç.
Alışveriş zaten yorgunluk, yerleştirmek yorgunluğun kdv'si.
Her nefes alışımızın bedelini öder gibiyiz...