Cuma, Aralık 30, 2011

GÜLE GÜLE 2011


Koşmayın! yavaşlayın biraz, bir yılı daha tarihe yazmamıza az kaldı. Yaşayın doyasıya bir daha dönemeyeceğiniz 2011'e ait son saatlerini.
Yeni bir yılı umutla beklerken düşünün biraz geride bırakacağımız yılıda ne umutlarla beklediğimizi, gelirken bize getirdiklerini, giderken neler bıraktığını...


Ne güzel ilkbaharı olmuştu, papatyalarla dolmuştu her taraf. Kışın kar yağmadı diye üzülürken göstermelikte olsa etrafı bembeyaza çevirmişti ya! ne süprizdi ama. Az kaldı diye üzülmemiştik bile, soğukta kalanları düşündüğümüzden...

Hani birgün denizin kenarındaki çay bahçesine oturmuş sohbet ederken, hiç ummadığınız bir dostunuza rastlamış ne kadar sevinmiştiniz! o günü düşünsenize ne güzeldi.
Bir yaş daha aldın diye hafiften sitemler ederken doğum gününde aldığın o güzel hediyeye ne heyecanlanmiştın hatırlasana.

Sen anne olmuştun ilk defa, kucağına koymuşlardı o muhteşem varlığı, hani sende evlenmiş mutlu bir yuva kurmuştun.





Aaaa sen!! gözbebeğinin düğününde nasılda gururlanmıştın.

O gün çok ağlamıştın biliyorum, gözyaşlarını topluyordun bir mendil içine sadece sana ait olsun diye, acın büyüktü, kabullenmek zordu. Zoru kabullendin sabırla... Ama biliyormusun? acılarda sevinçler gibi bizim, ızdırap bile verse unutmamak için tarih koyarsın yüreğinin en değerli köşesine.

Hatırlasana!!! Nasıl birlik olmuştuk? haksızlığa karşı, kalleşliğe karşı, doğa felaketlerine karşı. Acıları hep birlikte göğüslemiş, paylaşmıştık. Sonra gurur kaplamıştı içimizi... "Acı günde birlik olma duygusu halen yüreklerde kaybolmamış" diye ne çok sevinmiştik...





İşte ben-sen-bizler-sizler bir yılı da koşar adımlarla bitirdik.

Olmayan dileklerimizi, hayallerimizi, isteklerimizi, umutlarımızı, adaletimizi (yeni bir yıla yüklemek için) çekip aldık, geride bırakacağımız yıldan, son mahkemesi var iki gün sonra beraatini kutlayacak.

Güle güle 2011
Hepimiz sayfana mutlu gün de yazdık, acı gün de yazdık. Sonuçta hiç kimse seni unutmayacaktır...



2012 DÜNYAMIZA, BARIŞ-KARDEŞLİK-SEVGİ-SAYGI-PAYLAŞIM-HUZUR VE MUTLULUK GETİRMESİNİ DİLERİM...

TÜM DOSTLARIMIN, BLOGUMDAN GEÇEN YOLCULARIN VE TÜM DÜNYANIN YENİ YILINI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLARIM...


Pazar, Aralık 25, 2011

YILBAŞI YADA YENİ BİR YIL




Yeni bir yıl mı? Yoksa tepe tepe, hiç acımadan kullanacağımız 365 gün mü?
Ne dersek diyelim zaman akıp gidiyor, azıcık ucundan tutmanın imkanı yok...

Yeni bir 365 gün mü? yoksa! eğlencenin doruğuna varmak için bir geceye odaklanıp mutlu hayallerle acımasızca katlettiğimiz en zavallı Aralık ayı mı?

Bize istediğimizi kolayca getirmesini düşündüğümüz, çok şey beklediğimiz yeni bir yıl mı? yoksa! planlarımızı, hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için çalışacağımız ve her günü kendine ait her an'ını değerlendirme çabasında olacağımız 365 gün mü?

Neyse ne!!! Yılbaşı yada yeni yıl...

Yeni bir yıla başlamak için yılbaşınının heyecanı çok güzel!
Birlikte olmak, hediye vermek, hediye almak, hatırlanmak, hatırlamak. Eğlenmek, mutlu olmak için güzelliklere göz açmak, gönül açmak. Sarılmak, sarmalanmak, iyi dilekler, temenniler... Bunlara insanoğlunun çok ihtiyacı var ve hatta bu tür özel günlerin yaşamdan, yaşanılanlardan tad almak için olması da gerekli...

Bu arada tüketim çılgınlığına hiç değinmeyeceğim, biz zaten çok zengin bir ülke olduğumuzdan bunun çok da bir önemi yok! Biz bilemeyiz; sevginin, temenilerin, dileklerin, yürekten yazılmış bir kartla, içten bir sarılmayla, severek alınan bir çiçekle, paylaşmanın huzurunu bulacağımız bir kitapla... Daha değerli olacağını. Bloglar, blog dostlarım; unutulmuş, eskiye hapsedilmiş bu güzel ufak ama çok değerli etkinliklerle yeniden yapılandırmaya çalışıyorlar, ne güzel!

Yazımızın başına dönersek; bir yılı bir geceye sığdırma düşüncemden vazgeçmiş değilim. Yeni bir yıl, gitmeye hazırlanan yılın can çekişen ayı olarak bilinen Aralık ayının son gününün son saatlerinle başlar ve yeni bir yılın ilk günü daha gün doğmadan tükenir. Sonrasında ???
Canım arkadaşım bir yazı yazmış çok hoşuma gitti:)) dediği gibi eskisini bitirdim yenisini getirin.

Yılbaşı ile karışan yeni yıl ile ilgili bir anımda vardır benim bu düşüncemi destekleyen.
Hangi yıl tam aklımda kalmış değil ama 80 li yıllardı. O yıllarda çalıştığım şirkette her yılın son günü geç vakitlere kadar çalışıp hesap kapattığımızdan bize ödül niyetine olsa gerek koktey verilirdi. Dilekler, hediyeleşme falan... Gözlerinin içine bakardım "koktey mi ne bitsede evime, çocuklarımın yanına gitsem" diye. Tüm patronların ve müdürlerin bir arada bir saat geçirmesi tabi ki güzeldi, birlik beraberlik mesajı gibi. İşte o 80 li yılların birinde Finansman Müdürü yeni yılına girme gecesini (Yılbaşını) memleketinde geçirdiğinden aramızda yoktu.
Yeni bir yılının ikinci günü döndüğünde elinde memleketine ait birer kutu cezerye paketleri ile servisimize geldi ve " hepinizin geçmiş yeni yılınızı kutlarım" dedi:))


Yinede yeni bir yılı getiren yılbaşı gecesi özeldir, güzeldir. Herkes için! ne derler? Karınca kararınca...

Dilerim yeni bir yıl tüm dünyaya barış,sevgi,kardeşlik,huzur ve aydınlık günleri beraberinde getirsin...




Cuma, Aralık 23, 2011

BEN Mİ? SADECE YEDİ MİLYARDAN BİRİYİM

Yedi maddeyle BEN!
Sevgili blog dostumuz
Mehmet Beye teşekkür ederim ve yedi maddeyle ilginç yanlarımı ve yedi gerçekle kendimi tanıtmam konusunda bir mim göndermiş.
İnsanın kendisini tanımlaması zordur, şimdi! iyi ve güzel gerçeklerimiz dururken iyi ve güzel olmayan gerçeklerimizi yazmayacağımıza göre:)
Zaten iyi olmayan gerçeklerimizi ne zaman görmüşüz ki!!!
Bizim kendimiz için bildiğimiz gerçeklerimiz hep doğrudur:))

Daha önce iki sefer bu mim dolaşmıştı ve banada değmişti, şimdi o yazılarımdan biraz kopya biraz ilave ile kendim hakkında gerçekleri yazarak blog dostuma vazifemi yerine getireceğim.

1- Tipik bir oğlan burcuyum ve hemen hemen tüm özelliklerini taşırım. Yanlız asla inatçı biri değilimdir. Kim olursa olsun, beyaza siyah dese " sanırım beyaz" derim, yok karşımdaki "hayır siyah" dese asla itiraz etmeden "tamam siyah" derim. Kendisinin yanılgısını anlamasını tercih ederim.

2- Ben hiç bir canlıyı üzemem, kıramam ve asla eziyet edemem. Sözlerime öyle dikkat ederim ki, konuşmakta bocalarım. Ve hatta cansız varlıkları bile, gerek ev eşyası, gerek giysileri bile sever okşar, oradan oraya atamam. Bir örümcek bile görsem severek elime alır ait olduğu yere bırakırım. En büyük fobim faredir, çok korkarım ve tiksinirim, yolda ölüsüne rastlasam yolumu değiştirir ama yine de çok üzülürüm. Yolda ayak altında öldü diye. Kavgayı bilmem, zaten edememde, pısırık ve aynı zamanda da akıllı geçinen aptalımdır.

3- En zayıf tarafım çocuklardır. Ne için ağlarlarsa ağlasınlar onlarla birlikte ağlarım, seyretmeye doyamam daha hiç bir kire bulaşmamış masum yüzlerini ve çok iyi anlaşırım sokakta bile rastladığım hiç tanımadığım çocuklarla. Bana göre canlı varlıklarda çocukların ayrı bir yeri vardır. Çocuklar 10-12 yaşına kadar melek sonrasında insan olduğunu düşünürüm.

4- Eğri-yamuk-kaymış-sırası bozulmuş hiç bir şeye tahammülüm yoktur. Simetrik olmalıdır herşey. Nerede olursa olsun düzeltmek için elim gider. Çok yorgun olsam bile oturduğum yerden kalkar, gözüme takılan milimlik eğriliği düzeltirim. Komşu kapısı paspasların benden çektiği çoktur da sokağımızdaki park eden arabalara bir şey yapamıyorum.

5- Uykum gelse bile (genelde kolay gelmez.) uyumamak için mücaadele veririm. Uykunun yaşamdan çalınan zaman olduğunu düşünürüm. Ne kadar az uyursam o kadar çok yaşadığımı ve bir o kadar da zaman tasarrufu yaptığımı kendime inandırmaya çalışırım.

6- Diplere, köşelere, hemen kalkamayacağım yerlerde oturamam. Her an kalkacak gibi uçlara oturur, hareket halinde olmayı tercih ederim. Kapalı yerleride hiç sevmem, sokak kapısı hariç kapalı kapılar beni çok rahatsız eder, heran havayla temas halinde olmayı tercih ederim.

7- Sabır benden korkar, ismine leke getiricem diye:) bendeki sabrın ne sonu var nede sonu gelecek gibi. Hoşgörüm ise karşımdakilerini bezdirecek aşamasına gelmiş durumda ve her zaman tüm olumsuzluklarda kendimi sınarım ve karşımdakinin durumunu "acaba" larla yok etmeye çalışırım. (Bu madde en acı hiç sevmediğim ama gerçekten hiç sevmediğim gerçeklerim de! elimde değil can çıkmayınca huy çıkmazmış.)



Geldiniz, okudunuz ve beni tanır gibi oldunuz. Şimdi sıra sizde, yazın bende sizlerin gerçeklerini okuyayım:)
Sevgilerimle...

Cumartesi, Aralık 17, 2011

UNUTMAMAK İÇİN GÖRMEK GEREK


Şipşirin, ufacık bir kız çocuğuydu,annesinin (tahminim) elinden tutmuş gitmeye direnir halde önümden yürüyorlardı. Biraz yaklaştığımda annesinin "olmaz, göremezsin, hayır" diyerek yürümesini istercesine elinden sıkıca tutarak inadını kırmaya çalışıyordu. Tam yanlarına geldiğimde şirin meleğin "ama görmem gerek, unutmamak için görmem gerek" dediğini duydum. Gülümseyerek baktım kafasını kaldırıp bana doğru bakan simsiyah bir çift göze ve yoluma devam ettim...
Ah çocuklar aah! bunlar çağın çocukları, öyle laflar ediyorlar ki içine düşüyorsun, sonrada çık çıkabilirsen.

"Unutmamak için görmek gerek." Yaşadığımız sürece o kadar çok şey görüyoruzki, unutmamak için gördüklerimiz nelerdi? diye düşünmeden edemedim yoluma devam ederken ve tabi küçük meleğin bana hatırlattığı benim meleklerim geldi aklıma, yavrularım, canlarım. Yıllarımızı geçirmiştik-geçiriyoruz birlikte, ne unutulmaz günlerimiz, gecelerimiz, an'larımız, anılarımız var saymakla bitmez, bitmezde yaşanan günlerin hepsi hatırlanmasa bile hatırlananlar bile bazen silik bir anı olarak kalırlar. Ama öyle anılar vardır ki işte onlar unutulmamak için görmek gerekenlerdir.


Yavrularım; bebeklikten çocukluğa geçtikten genç kızlığa adım atışları arası, yani tüm çocukluk yıllarını her çocuğa nasip olmayan bahçe içinde iki katlı bir evde geçirdiler.

Bu ev; çıkmaz bir yokuşun sonunda, yüksek duvarların üzerine kurulu,

Boğazın mavi suları karşısındaki yemyeşil bahçesinde meyve (ceviz,nar,ayva,dut,üzüm,kiraz,kızılcık,hurma,eriğin bütün türleri) ağaçları, rengarenk (gül,nergis,lale,leylak,ortanca,hanımeli,karanfil,akasya,gelincik) çiçekleri, bülbülleri, böcekleri, dost (köpek,kediler,kaplumbağa,kirpi) hayvanları ile bütünleşen doğanın tam ortasında iki katlı bir evdi.


Babaneye teslim edildiğinde beş yaşındaydı küçük yavrum. Sabah götürüp akşam alınamayacak uzaklıkta olmasından haftalık teslimdi bu. Pazartesi sabahı teslim edip Cuma akşamları alıp eve geliyorduk, çaresizliğin zorluğu yavruma düşmüştü kabullenmek. Hiç aksatmadan gidip gelmelerimiz bir gün geldi aksadı. Yıl sonu iş yoğunluğu babayı ve beni Cuma akşamı gitmemizi engelledi. C.tesi sabahı ilk işimiz yavrumu almaya gitmekti, gittiğimizde ağlamaklı bir yüzle sarıldı ve "bugün oldu gelmediniz, niye bugün gelmediniz" diyerek baş parmağını gösteriyordu.
Sonradan çözdüğümüz parmak olayı bizi hem güldürdü hem de yüreğimizi çok sızlattı. Meğer yavrum Pazartesinden başlayarak bir elinin parmaklarını tek tek içe kapatıp gün hesabı yapar, beşinci parmağına sıra geldiğinde bizi beklermiş.

Karşımızda oturan baba yarım halamın oğlu abim ile anne yarım yengem, büyük kızımın bakımını 3.5 yaşından bu yana üstlenmişlerdi. Birinci sınıfa giden yavrum okuluna, babaneye giden küçük yavrum okula ay sayarak geçirilen bir kışın üzerine, okulların kapanışına yakın, biz kocaman büyüklere iki küçücük miniklerden "biz artık evde yanlız kalmak istiyoruz" teklifi geldi. Şaşırmış,üzülmüş,sevinmiş,düşünmüştük.
"ben yanlız bile kalır ablamı bekler, okuldan gelincede ona bakarım" demişti küçücük bebeğim benim.

Okulların kapanmasına bir hafta kala bıraktık!!! evet bıraktık. Caresizlik mi? Güven mi? Cahillik mi? bilmiyorum ama şimdi olsa asla böyle birşeye razı olmam,olmayız. Gerçi tam karşımızda oturan büyüklerimiz ve çok değerli, beni doğduğum günden beri tanıyan komşularımızın güvenine sığınmamız da bu durumda çok önemliydi.

Evde geçirdikleri ilk günü unutmam mümkün değil, çalışırken bir elimde kalem bir elimde telefon vardı, nasıl akşam olmuştu o gün nasıl!!! Akşam eve geldiğimizde bir de süprizleri vardı , mutfağa girdiğimde bir süzgeç içinde birbirine yapışmış ve kalıp şekline dönüşmüş bir makarna bekliyordu bizi. Tabiri caizse aklım başımdam gitmişti, ocak,kaynar su, küçücük ellere koca tencere (akıllı yavrularım benim) of ooof.

Hayatımızda yediğimiz en güzel makarnaydı ama. Daha sonrasında büyük bir süpriz daha bekliyordu beni (dolap ve çekmecelerim her zaman çok intizamlıdır, vaktimin darlığı bile beni bu düzenden alakoyamaz) evde ne kadar çekmece ve dolap varsa ki buna mutfak dolapları ve buzdolabı da dahil altı üstüne gelmişti "ne bu, ne oldu buralara" diye sorduğumda içimi sıkıştıran, boğazımı düğümleyen bir cevap geldi.
"Ben bu evde olmadığım için nerede ne var hiç bilmiyorum, öğrenmek için baktım diyen küçük kızıma ağlayarak sarıldım.


İki minik kız kardeş, iki büyük gibi yaz boyunca evde yanlız kaldılar, alıştılar,alıştırdılar. Kış gelince okula gittiler, babalarının sabahtan hazırlayıp bıraktığı sobayı bir kibriyle tutuşturup sönmemesi için odun takviyesi yaptılar, odalarının camını buzlu cama dönmüş şekilde sildiler, okul dönüşü masa üstünde hazırlanan yemeklerini ısıtıp yediler, ödevlerini yaptılar ve hayata hazırlandılar.

Önceleri okula götürüp bırakırken işe bir saat geç gitmemin çözümünü yine onlar buldular.
"Biz okula yanlız gidebiliriz artık"
Sabahları kahvaltı sonrası giydirip saçlarını tarıyordum ve işime gidiyordum, onlarda saatleri gelince kapıyı kilitleyip okullarına gidiyorlardı. Yavrularıma yokuşun bitimine kadar minnoş (kedileri) eşlik ediyordu, "hadi dön minnoş" dediklerinde minnoş bahçeye dönüyordu.
Bir anahtar sahibiydi yavrularım, tabi bu arada kaybolan anahtarın ve koşa koşa işten yeniden yaptırılmış anahtarlarla gelmemin sayısını hatırlamıyorum.

O bahçede, çaresizliğin ortasında sadece sevgiye dayanarak geçen güzel günlerin, yılların anıları bununla biter mi? Daha yazılacak onca güzel günler varken.
Ama çok yoruldum, yorulan parmaklarım değil de yüreğim. Anıların içinde kaybolurken, içinden çekip çıkardıklarıma isyan eden anıların kavgası yordu yüreğimi.

Bu mu acaba? unutmamak için görmek gerekenler.




Perşembe, Aralık 08, 2011

ÇİN AŞURESİ




Aşuremizi yaptık, dualarını okuduk, yerlerine ulaştırdık eh birazda ucundan tatdık. Yani şimdilik, dahası sonra çoluk-çocuk-torun-torba hep birlikte yemeğe devam. Aslında ben aşureyi ılık severim onun için kaptım bir tane akşam yemeği niyetine.

Madem aşuremizi yaptık, bari yazalım dedik. İyi de aşureyle ilgili çok önemli anımız yok ki! ne yazalım. Yerde kiprit çöpü bulsam anısı çıkar karşıma da ama zamanı gelince yapmaktan başka aşureyle ilgili hiç önemli bir anım yok.
Burasını ileride torunlarım okur da geçmişlerinden bir parça bulur diye yazmaya başlamadık mı? Demezler mi? ileride eeee anane aşure yapmışsın her yılki gibi günün birinde, bunu niye yazdın şimdi???

Evet efendim aşuremizi yaptık, yaptık da yazmaya ne gerek derken Tontişim-meleğim-canımıniçi-kuzumun kuzusu duydu içimden geçenleri, al anane sana bir anı, şimdi yazarsın sonra da ben okurum dercesine her zamanki parlak zekasını koydu önüme.

(Çok da güzel kek yapar tontişim)


- Anne, bugün okulda Çin yemeği verdiler.
- Neymiş oğlum o Çin yemeği? nasıl birşey?


- Çin yemeği işte.
- İçinde neler var?
- Üstünde narları olan içinde bir sürü......:))

Canım benim, geçen yıldan beri unutmuş aşureyi, hemde sevmediğini. Çocuk hayalleri ne kadar geniş oluyor, Çin'e kadar gitmiş, bulmuş kendince bir isim.



Aşureyi nedense yılda bir kez yapıyoruz, aklımıza (işimize) gelmediğinden zahir. Oysa ne bereketlidir ve içinde bağışıklık sistemimize yardımcı her türlü besinler varken.
Tatlı niyetine, yemek niyetine, kilo niyetine:))

Bütün evlerde bütün sofraların bereketli olması dileğimle sevgiler...


Aşure nasıl pişirilir? tarifi aşağıdadır:))

Kullanılan malzeme:
3 tencere
1 Clipso
3 büyük kase
2 tabak
2 süzgeç
1 Kepçe
2 tahta kaşık
1 rende
1 havan
1 çay süzgeci

Yapılışı:
Önce tüm malzemeleri kirletilip,
ortalığı yangın yerine çevirilip,
sonrasında oflaya puflaya temizlenir.


Pazar, Aralık 04, 2011

SENİ ÇOK SEVİYORUM








Tam önümüzden geçen, çivi topuk diye tabir ettiğimiz yüksek ökçeli ayakkabısıyla şık bir bayanın arkasından uzun uzun baktı. Bakışları giysiden ziyade yüksek ökçeli ayakkabılardaydı, gözlerinin buğulandığını farkettim elini sıktım "burdayım dercesine."
Bir yakınımızın nikah törenindeydik ve protokol gereği en ön sıradaydık, yer bulma telaşıyla önümüzden geçenleri "bu kim, bu yabancı erkek tarafı herhalde, çok şık" gibi söylemlerle merasimin başlamasına kadar gülerek vakit geçiriyorduk... ta ki duraksadığı o ana kadar.
Yavaşca eğildi kulağıma " her şey çok içimde kaldı kalmasına ama bir kere olsun böyle bir ayakkabı giyememek var ya! işte canımı en çok bu acıtıyor" dedi. İçime bir yumruk oturdu derler ya, işte benimde içimde en acısından bir yumruk oluştu. Hiç böyle bir şey aklıma gelmezdi, boğazımdaki düğümlerden zor nefes alarak "amaaaan boşver ne yapalım bende sırma gibi belime kadar uzun saçlara sahip olmak isterdim ama omuzlarımdan aşağı hiç indiğini görmedim" dedim ve ona sıkıca sarıldım. Tabi aynı şey değildi, bunu o da ben de çok iyi biliyorduk.
Oysa ısmarlama özel ayakkabısını almaya gittiğimizde ne kadar mutluydu, "yeni cicilerimin rengide deriside eskisinden daha güzel hem de daha hafif, bir öncekiler daha ağır taşıması zor oluyor" diyerek kullanmak zorunda olduğu özel ayakkabısının sevincini paylaşıyordu.
Bir yıla yaklaştı bu konuşmanın üzerinden geçen zaman ama benim içimde halen acısı taptaze. Belki hiç böyle bir şey düşünmediğimden bir taşa çarpmış tökezlenmiş gibi her telefon konuşmamızda yada onu gittiğimde söylediği bu sözlerin acısı boğazımı çok yakıyor. Sanırım son nefesime kadar da acısını unutamayacağım.


Biz onu öyle tanıdık öyle sevdik, bizim için o doğal, olduğu gibi. Bize ayrıcalıklı gelen bir durumu yok, tek bildiğimiz, zaman zaman yardıma ihtiyacı olduğu. Hem o evimizin, ailemizin en özel bireyiydi, gidenlerden geri kalanlar için o halen en özel birey. O bizim kardeşimiz ve benim tek kız kardeşim. Seni çok seviyorum canım....

Ağabeyim ve ben evde ebe ile dünyaya gelmişiz. Doğum zamanı geldiği halde inatla dünyaya gelmemek için direnen ben ve benden sonra ölü doğan bir kız bebeğin ardından yeni bir bebek bekleyen annem artık evde değil hastahanede doğum yapmak istemiş. Ve kız kardeşim Süleymaniye Doğum Evinde, kısa bir süre sonra kaderinin ona acı bir oyun oynayacağını bilemeden dünyaya gözlerini açmış.

Onu annemin kollarından ateşler içinde almışlar, hastahaneden aldığı enfeksiyonla hastalanan kardeşimin tedavisi yapılırken bir hemşire tarafından küçücük bedene kalçadan yapılan iğnenin kaslarına isabet etmesinin sonucunda bir ömür boyu bedeninde taşıyacağı engelle ve bir ömür boyu ruhunda taşıyacağı yarayla yaşama merhaba demiş.


3 Aralık dünya engelliler günü kutlamaları, etkinlikleri gün boyu devam etti. Oysa onların kutlamalara, kutlama mesajlarına, etkinliklere ihtiyacı yok. Bu gün kutlama için değil de onların hakları, kazanımları ve yaşam standartlarının geliştirilmesi açısından dikkat çekilmesi ve bu dünyada onlarında var olduğunu toplum bilincine yerleşmesi için var.

Gördüğümüz her engelli kazanılması gereken bir bireydir. Onlar sadece ellerinde olamayan sebeplerden dolayı yaşamın acımasız kurallarına karşı yaşama savaşı vermekteler. Onlara acıyarak değil yaşamlarını kolaylaştıracak dost elimizi uzatarak yardım edebiliriz.

Bir gün bizim de sakat kalabileceğimizi aklımızdan çıkarmadan, onlara yardımcı olalım.
Yaşadığımız sürece hepimiz birer engelli adayıyız.

Hepinize kazasız ve sağlıklı günler, mutlu bir ömür diliyorum.




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...