Bozacı geçiyor, her akşam olduğu gibi yine aynı saatte. Sabah eskicide geçmişti, hemen hemen her gün aynı saatlerde geçer. Akşamın bir vakti apartman görevlimiz bayan çöp topluyor ve zorla çeke çeke taşıyarak bidonlara atıyor. Eşi yok, üç kız çocuğunu annelerine bırakıp ebediyete gitti.
Bir lokma ekmek için bütün bunlar, bir lokma ekmek ve yaşayabilmek için.
Nefes alıyorsan vazgeçemezsin yaşamdan, yaşamı devam ettirebilmek için de bir lokma ekmektir bedenin istediği.
Bozacının elinde bir süt güğümü, kaç bardak alır bir güğüm, beş mi? On mu? Ne fark eder hepsini satabilecek mi bakalım. Ya eskici, el arabasında bir kaç hurdası, ekmeğinin bütün serveti. Apartmanımızın görevlisi ise asgari ücretle, bir dam altına sığınmış, Üç çocuk bakacak, okutacak. Bozacının da vardır çocukları, belki yaşlı görünen eskicinin de. Ve daha nerelerde kimler bir lokma ekmek peşinde, kursaklarına zincir takmış esaretin içinde.
Eğer varlıkla yokluğu çarpsak sonuç bir lokma ekmek çıkar.
Ya da şöyle söyleyeyim, o bir lokma ekmek neye yarar? Kursak doldurmak mı? Açlığı doyurmak mı? Birinden birini çıkarırsan geriye ne kalır? Koskoca bir hiç!
Beden açlığı olduğunda fark eder mi şişman yada zayıf olmak, giysilerinin eski veya yeni olması. Dört duvar-dört tekerlek düşü bile görmez kursak, o boşalınca dolmayı ister arsızca.
Gözün hiç bir şeyi görmez o bir lokma ekmek ile bedene sahip çıkamadığın müddetçe. Gerisi faraziye işte.
Camdan geri çekilip geri baktığımda kendimi, kendimizi gördüm, peki biz ne yapıyoruz? Dedim, zaman doldurmak mı? Yaşamla savaşmak mı? Eee nefes aldığımız sürece bedene borcumuz var, boyun eğeceğiz tabii!
Her neyse, alt tarafı bir bozacı işte (!) damdan düşer gibi düştü içime, kimyamı bozdu bu gece.