Pazartesi, Şubat 25, 2008

İLK BAHAR

Mevsimlerin en güzelidir ilkbahar adı gibi 'ilk' başlangıçtır.
Sevinçler, coşkular sular her bir çiçeği. Gonca verir sevgiler, rüzgarı nazikçe sarar bedeni, güneş bir başka ısıtır, çiçek kokuları sarar her bir yanı. Seversen İlkbaharın da, Yazın da
Sevilirsin Sonbaharın da , Kışın da.
İnsan ömrünün, bir yıla sığdırılmasıdır mevsimler.

Gençliktir, taze kokudur, durudur, uyanıştır, varoluştur. Sevgi sıcaklığının yüreklere sahiplenişidir İlkbahar.

Sıcacıktır, duygular sarıp sarmalar bedeni, dolu doludur, denizin dalgaları gibidir yaşam ,en sıcak varoluşları kucaklamadır, ne geriye ne ileriye bakılmadan geçen yoğun zamanlardır Yaz.

Hüzündür, adı üstündedir 'son' bir hamleyle bahar yaşama sevinci kaplar yürekleri, geriye bakmaya başlanır, bırakılan güzelliklerin taşıdığı oluşumlar yaz sonrası toprağa düşen yağmur kokusu gibidir, huzur verir bedene Sonbahar.

Tükeniştir, bitiştir. Soğumuştur artık ömür, ne vazgeçile bilinir ne devam isteği gelir. Soğuk ve kar toprağı kapamıştır. Altında yeniden doğacak filizler bırakan kış,  ilk ışıkları ile uyanan bebek gibidir toprak, güneşe aç, anaya muhtaç.

Adı İlkbahardır
Çiçek kokuları şiir yazdırır
Meltem rüzgarları beste yaptırır,
Yıldızlar geceye huzur dağıtır
Güneş sevgiye tohum eker
Toprak yüreğindekileri serer
Koyunlar kuzusuna kavuşur
Çimenler güneşine

Yaşamın kıyısında der ki:
Bir de piknik yapmak için, ilkbaharın görüntüsünü bozup, doğanın tüm güzelliğini
yok edip kirletenler olmasa.


Salı, Şubat 19, 2008

AYNA - KELİME OYUNLARI


İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur.
Hz. Mevlana


Cantanem Prensesim'e,

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, çok uzaklarda ufak mı ufak bir köy varmış. Bu köydeki evlerden birinde dünyalar güzeli ikiz kızı olan bir kadın yaşarmış. (Prensesim, ''Kızların ismi neymiş?'' diye sorar şimdi.:)) Gün geçtikçe büyüyen, büyüdükçe güzelleşen Elif'le Ekin'i köydeki kötülüklerden korumak isteyen anneleri, köyün uzağındaki ormanın içinde bir kulübe yaparak taşınmaya karar vermiş. Bir at arabası bularak eşyalarını yüklemiş, kızlarını da kucağına alarak tutmuş ormanın yolunu. Kulübeye varan anne, kızlarını koyunlarının yanına bırakarak başlamış eşyaları yerleştirmeye, eşyalarının arasında eline geçen aynaya son kez bakarak, "Artık sana ihtiyacım yok, iki aynam var benim," diyerek sandığının dibine bırakıvermiş.
Kızlarının her ihtiyacını çok iyi bir şekilde karşılamak için gece gündüz çalışmaya başlamış anne. Yiyecekleri için gündüz toprakla uğraşır, eker biçer, gece de yün eğirir kızlarına giysi hazırlarmış. Anne ve kızları çok mutlu yaşarlarmış, anne kızlarının güzelliğine hayranmış, kızları da annelerine. Kızlarına, "Güzellerim benim," dedikçe Elif'le Ekin aynı anda, "Sen daha güzelsin anneciğim," derlermiş.

Günler ayları, aylar yılları kovalayıp gitmiş. Güzeller güzeli Elif'le Ekin büyümüşler, (Prensesim yine sorar kaç yaşına gelmişler?diye) on yaşına gelmişler.
Elif'le Ekin bir gün oyun oynamak için sandığı karıştırırken aynayı bulmuşlar ve merakla bu nedir diye bakmışlar.
Elif bakmış şaşırmış, "Aaa burada sen varsın!" demiş Ekin'e.
Ekin almış bakmış, "Yok sen varsın," demiş.
Bir Elif, bir Ekin bakmış ellerindeki cama, karar verememişler bir türlü.
O sırada tarladan, üstüne, başına püskülleri yapışan bir kucak mısırla anneleri gelmiş. Daha mısırları yerine bırakmayan annelerinin kucağına atılmış hemen Elif'le Ekin.
"Anne sandıktan bir cam çıktı üstünde aynı Elif var!" demiş Ekin.
Ekin atılmış hemen, "Hayır anne Elif var, bana inanmıyor,'' demiş.
Anneleri gülmüş ve bu camın bir ayna olduğunu, kim yüzüne tutarsa kendisini göreceğini anlatmış.
Elif'le Ekin yine şaşırmış, her zamanki gibi aynı ağızdan sormuşlar.
"Peki biz birbirimize niye bu kadar benziyoruz?" diye.
"İkinizin de yediği ekmeğin hamurunu huzurla mayaladım, ikinizinde sütüne aynı ölçüde sevgi kattım, ikinizin aşını tek yürekte pişirdim onun için siz bu kadar benziyorsunuz," demiş anne.
Bir hayran hayran aynaya, bir annelerine bakan Elif'le Ekin yine bir ağızdan "Gerçekten biz senden daha güzelmişiz," diyivermişler. Anne gülerek,
"Hem de çok güzelsiniz çünkü ben her akşam siz yattıktan sonra güzelliğimi aynanın sırları arasına sakladım, bozulmasın da baktığınız zaman güzelliğinizi görün istedim" demiş.

Masal da burda bitmiş.
Gökten üç elma düşmüş,
Aynaları bırakıp yavrularına bakan tüm annelerin başına.

Yaşamın kıyısında derki;
Prensesim benim masallarımı çok severek dinliyor,bir tanesinin kalıcı olmasını istedim.

Cumartesi, Şubat 16, 2008

SOBE

Sevgili Dilek beni sobelemiş.

Geç kalınmış bir teşekkür borçluyum. Zaman aşımına uğramadığı düşüncesiyle yazmaya çalışacağım.

Sobenin konusu olan "nefesimi kesecek anlar" kısmını az değiştirerek "nefesimin kesildiği an" olarak aktaracağım. Ben, güzel nefes kesen anları doyasıya yaşadım. Yavrularımın sınav sonuçlarının listelerde yazılı olması, mezuniyetleri, kep atışları, gelinlik giydikleri an, Mimar olan kızımın Yeditepe Ünüversitesi Edebiyat bölümü bina projesinin yapımın tamamının kendine ait olarak açılış günündeki anı, torunlarımın doğduğu an, ilk adımları gibi, asla unutulmaz anlar ve gerçekten nefes kesen anlardır.

Mutlu olunur seviçten ağlanır, gülünür. Nefesimin kesildiği an denir ama gülmek ve ağlamak da nefes almak olduğunu ben gerçek nefes almadığım bir an yaşadıktan sonra anladım. Allah'ın böyle bir anı bir daha ben dahil hiç kimseye yaşatmamasını dilerim.

NEFESİMİN KESİLDİĞİ AN
1993 yılının Nisan ayı, hava sıcak soğuk karışımı bir bahar günü. Her gün tekrarlanan sabah telaşı ardından işe gitmek için evden çıkışım, işe varışım. İş yerindeyim, günaydın faslından sonra masama oturdum. Yeni bir gün başlıyordu ve işim çoktu. Çok düzenli olduğum için bir gün evvel işten ayrılmadan ertesi günün ilk yapılacak işlerini bilgisayarıma listelemiştim. İlk önce bilgisayarımı açtım, sırasıyla işlerime başladım. Önce kasa açılacaktı, açtım, içinden cep kasayı çıkartarak kasa görevlisi elemanıma teslim ettim. İçinde bulunması gereken az bir parayı, saydım aldım, saydım verdim sistemiyle devrettim. Listedeki ikinci işim, elektrik faturalarının ödenmesi, kasamı açarak içinden 37.500.000 Tl.yi ayırarak disiplinli bir şekilde elektrik faturalarına sardım ve çekmeceme yerleştirdim, saat 9.30 gibi ofisboy elemanını çağırarak yatırmaya yollanacaktı. Sonra maaşlar ödenecekti. O zamanlar banka işlemleri daha bu kadar kolay değildi, onun için bir gün evvelden maaşları ve elk. parasını ayırarak bankaya göndermemiş, sabah ödenecekleri kasamızda bırakmıştım. Diğer elemanımızın gürültülü bir şekilde bilgisayardan çıkardığı ücret bordrosunu (eskiden bilgisayarlar sessizliği pek sevmaz var gücüyle gürültü çıkarırdı) alarak kontrol etmek üzere masama yaydım ve başımı öne eğerek başladım kontrole, bu arada gelen çayımı da yudumluyordum. Saat 9.30 gibi ofisboy elemanını elk. idaresine göndermek için masamın yanındaki zile bastım, bunları yaparken gözüm yaptığım işte olduğundan kafamı hiç kaldırmıyordum. Ofisboy elemanı gelmemişti aslında çok dakik bir çocuktu , yine zile bastım ve sanırım 3 dakika gibi bir zaman sonra kapıda ayak seslerini duyarak neredesin demek için kafamı kaldırmıştım ki! karşımda beresini gözünün hizasına kadar çekmiş, montunun yakalarını kaldırmış, saçı sakalı birbirine karışmış elindeki silahını bana doğru uzatmış bir adam. İşte o an! nefesim kesilmişti, gerçekten kesilmişti, nefes alamıyordum, kalbim durmuş atmıyordu. Kalbim atmıyordu ama beynim anlık düşünülmeyecek kadar çok çalışıyordu.

"bu adam buraya kadar nasıl geldi" "gelirken idari amirin odasından sonra satış ofisinden geçmesi gerekli" " içeride kimse yok muydu ofisboy nerede, çaycı nerede " "vurursa ölür müyüz yaralı mı kurtuluruz, çocuklarım eşim ne yapar" "ayaklarıma felç geldi böyle mi kalırım" "hırsızlık için mi geldiler yoksa terörist mi?" aklımdam hızlıca geçen düşünceler, saatler kadar uzun geçen bir an. Belimden aşağısı tutmuyordu sanki felç olmuştum.
" ayağa kalkın" diyordu karşımdaki, ama nasıl ayaklarım tutmuyordu ki.
" kasayı aç " diye kükredi . Ben gayriihtiyari ileride kasa elemanının masası üzerinde duran çep kasaya çevirdim gözlerimi, sanki adam yanıbaşımda duran koskoca kasayı görmüyordu. Kalkın ayağı emrinin tekrarı ile kendimize gelen üç kişi aynı anda ayağa kalktık.
Sonra çep kasayı açtı, içindekileri aldı, fax ve telefon bağlantılarını kopardı ve yine yanı başıma dikildi "aç kasayı" kalan gücümle kasayı açtım kenara çekilmek istedim, " kıpırdama" Allahım, "al parayı git işte ne istiyorsun daha" diyeceğim ama nasıl.
Paraları alan soyguncu önüne bizleri de katarak satış ofisine doğru yöneldik. Benim merak ettiğim içerideki yedi kişi de ikinci bir soyguncunun silah tehditi altında ayakta duvara dizili duruyorlardı. Hepimizi duvara yüzümüzü döndüren iki kişi dışarıdan gelen ıslık sesiyle içerideki işlerine son vererek, arkamız dönük olduğundan görmediğimiz bir şekilde gittiler.

Kendimize gelen bizler, Astsubay emeklisi idari amirin belinden çıkarttığı silahla soyguncuların peşlerinden koşmasına bir anlam verememiştik. Güvenliğin gelişi, emniyete haber veriş, polislerin gelişi. Neyse sıralama onu görüyorduk. Biz bithap düşmüştük ama bizi gören yoktu illa prosedür işliyecekti. En acısı da bizlerin polis minübüsüne bindirilerek 2.şubeye götürülüşümüzdü. Soyguncular parayı almış yollarını tutmuş gidiyorlardı, biz ise suçlu gibi 2. şubeye götürülüyorduk. Trafikte giderken sanki yollardaki tüm insanlar beni tanıyor gibi utancımdam kafamı öne eğmiştim. Şubede önce sorgulama, ifade veriş, bir odada içinde yüzlerce resim olan klasörlere bakmamız, saatlerin geçişi. Nasıl tanıyacaktık ki soyguncuları, elindeki sihahtan yüzüne bakacak halimiz mi vardı? Adalet sistemimiz buydu, suçlu yolu almış biz tutuklu kalmıştık. Açlığımızı bastırmak için simit almamız için dışarı çıkış izni bile verilmemişti. Ailelerimize telefon bile edememiştik.

Akşam olmuş suçsuzluğumuz ispat olmuşcasına , bizi merasimle getirtilen şubeden lütfen çıkartmışlardı. Bitap bir vaziyette yollara düşmüştük. Daha çile bitmemişti, işyerine gidilecek toplanan yönetim kuruluna da hesap verilecekti. Sonuçta yönetim kuruluna da hesaplarımızı dökerek kaybımızın 161.000.000.- TL.olduğu görülmüştü. O yıl için bu para çok iyi bir paraydı.
Birdaha bu işyerinde çalışamam dediğim işyerine bir sonraki gün gittiğimde masalarımızı toplarken çekmecemde elektrik faturalarına sarılı olan paranın soyguncular tarafından görülmediğini farkederek çok sevinmiştim, zarar azalmıştı (sanki benim zararımdı niye sevindiysem) yönetim kuruluna ibrazım ise çok taktir edilmişti niyeyse!
İşte ben böyle bir nefes kesilişi yaşadım.

HEMEN YAPABİLECEĞİMİ BİLDİĞİM HALDE NEDEN BEKLEDİĞİMİ BİLMEDİĞİM
Yeni bir kitaba başlamak istiyorum ama neyi beklediğimi bilmiyorum.

BİR DAHA DÜNYAYA GELSEM VE SEÇME ŞANSIM OLSA
Uzaktan çok hoş, güzel görülen yaşamlar var. Birinden birini seçmek istesem, içeriği neyi kapsadığını bilmediğim bir yaşama düşmek beni korkutur. Ben yine de kendi kendimi tercih ederdim. Çünkü ben kendimden son derece memnunum.

Yaşamın kıyısında, ilk sorunun cevabının uzun olmasından dolayı özür diler. :)

Cuma, Şubat 08, 2008

ÖZGÜRLÜK

Özgürlük!
Nedir? Ya da nasıl tanımlanabilir?
Gerçek anlamda özgürlük varmıdır? olmalımıdır?
Ne kadar özgür olunabilinir? Sınırları olmalımıdır?
Sınırları konulmayan özgürlük gerçek özgürlükmüdür?
Sınırsız özgürlük gerçek özgürlük ise, niye altında yine özgürlük ezilir?

Doğada hiç bir canlı doğumundan ölümüne kadar gerçek anlamda özgür olamaz. Özgürlük bazen cümlelerin arasına serpiştirilen süslü sözcük olarak çıkar karşımıza.
" ohh özgürlüğümün tadını çıkardım"
" kuşlar gibi özgürdüm bugün"
" hiç bir sorumluluğum yok çok özgürüm" gibi

Kim diyebilir " ben çok özgürüm, özgürlüğümün sınırları yok" diye.
Söyleyebilirmisin dilindekileri? yazabilirmisin düşündüklerini? bağırabilirmisin istediğin yerde istediğin zamanda yüreğindekileri.
Çok kişi "evet" der. Der de kıyısından köşesinden kendine sakladıkları olmaz mı? Ya da çekinceleri. Kendimizden bile kendimizi saklarız çoğukez. Düşüncelerimize bile sınır koyarız zaman zaman.
Aslında düşündüğümüz kadar özgürüzdür. Özgürlüğü düşündüğümüz gibi yaşasak kendimiz bile korkarız düşüncelerimizden.

Çok yönlüdür özgürlük kavramı, hangi yönünden girersen gir hapseder kendine çıkamassın içinden.
Son paranla pasta alıp yemek, eve yürüyerek gitmekmidir? özgürlük
Canını sıkan birine alabildiğine küfür etmek mi? Okulun bitiş zilimi? İş çıkış saatimi
Tv kumandasını ele geçirip istediğin kanalı seyredebilmek, kapıyı çarpıp istediğin yere gitmek , kimseye hesap vermemekmidir?

Yoksa!
Her istediğini yapabilmekmidir?
Sevdiğinin yerine ölmek istesen ölebilirmisin?
Sevdiğinin hastalığını yüklenebilirmisin?
İstiyorsun diye yıldızları toplıyabilirmisin?
Ölüme direnebilirmisin?
Doğa yaratılışda sınır koymuştur istediğini yapmaya.

Savaşmıdır, barışmıdır ? yoksa yok etmekmidir özgürlük?
Birilerinin özgürlüğü, diğer birilerinin özgürlüğünün kısıtlanması değilmidir?
Kurt kuzu hikayesi, kuzunun hayatını kurtarmaya çalışan çoban kuzuya göre kurtarıcı, kurda göre özgürlüğünü kısıtlayandır. Örümcek istediği yerde yuva yapamaz, kuşlar özgürce uçarken avlanma korkusu yaşar. Ya da eşek sırtına vurulan onca yükü taşımak ister mi? Ağaç kökünden ayrı bir yaşam seçemez. Yabani ot çimlerin arasından başını uzatamaz. Bu durum da kimdir özgür olan?

Özgürlüğün en lüksü de vazgeçiştir.
Özgürcene vazgeçersin özgürlüğünden.

Çok gerilerde kalan, herşeyi bırakıp gitmek istediğim bir günde özgürlüğü sorgulamıştım. Seçeceklerim yada vazgeçeceklerim.
Hangisiydi özgürlük? Ufak bir şiirle çözmüştüm kendimce.

Özgürlüğü sorguladım bugece
Seçişmiydi vazgeçişmiydi
Anlamını yitirmişti sözcük
Tersten okudum aklım iyice karıştı
Bende hecelere böldüm
ÖZ dedim kök'tü, ben'di
GÜR dedim güç'tü, yoğun'du
Anladım
LÜK ise bir takıydı
Onuda geceye bıraktım

Yaşamın kıyısında halen sorar kendine, sınırlarını koyabilmekmidir özgürlük?

Cumartesi, Şubat 02, 2008

KELİME OYUNLARI-ERTELEMEK


Ne ertelenir ki anı yaşarken
Yaşam mücadelesi içinde
Aş iş uyku
Ya da ne kadar
Kendine bırakmaz insanı
Mecbur olunanlar
Zamanı vardır sanılır
Ertelenir duygular
Oysa
Döndüğünde artık çok geçtir
Bulamassın
Yerinde yokturlar
Bilemedim
İçimdeki ben'i erteledim
Yıpratmamak için
Sevilmeyi erteledim
Doyasıya sevebilmek için
Düşlerimi erteledim
Gerçeği bildiğim için
Aynalara bakmayı erteledim
Son gördüğümde kalması için
Sabırsızlığı erteledim
Sabırlı olabilmek için
Söz'lerimi erteledim
Kalp kırmamak için
Güçsüzlüğü erteledim
Güçlü olabilmek için
İtiraz'larımı erteledim
Mutlu olabilmek için
Yüreğimdeki savaşı erteledim
Barışa yer kalması için
Gülmeyi erteledim
Kahkaha atabilmek için
Ve
Ben
Yaşamı erteledim
Doyasıya yaşıyabilmek için




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...