Perşembe, Kasım 24, 2011

GÜZEL BİR DÜNYA İÇİN ELELE

Sizler yani yeni Türkiye’nin genç evlatları!
Yorulsanız dahi beni takip edeceksi...niz…
Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler,asla ve asla yorulmazlar.
Türk Gençliği gayeye,bizim yüksek ideallerimize durmadan,yorulmadan yürüyecektir.
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK

Fotoğrafdaki benim ilkokul öğretmenim, internetten buldum biraz önce ve çok sevindim. Benden bir dönem öncesi öğrencileri ile. MEDİHA KIRAN, nurlar içinde yat öğretmenim, bana öğrettiğin her bilgiyi gururla taşıyorum...



Tüm öğretmen çok değerlidir ama ilkokul öğretmeninin yeri çok, çok ayrıdır. Annenin sıcak kucağından ayrıldığında sıcak bir öğretmen kucağı bulmak çocuklar için gelecekteki başarılarının temelidir.
Onlara çok şey borçluyuz, bu borcu karşılıksız bırakmamak için aldığımız eğitimi ışığa çevirmekle çevremizi aydınlatmaktır.

Benim ilkokul öğretmenim tüm öğretmenler gibi çok değerli bir eğitmendi, küçücük sıralarımıza, yanımıza oturup kirlenen elimizi, yüzümüzü cebinden çıkardığı poplin mendillerle silecek kadar da müşfik... Ne çok mendil taşırdı önlüğünün cebinde, o zamanlar bunun farkında değildik ama daha sonraları aklımız erdiğinde sebebini öğrenmiştik.


Siyah veya beyaz önlük giyerdi bizim öğretmenlerimiz ve siyah alçak topuklu ayakkabılar...
Onları müsamere günlerinde şık giyimleriyle görmek şaşırtırdı bizleri. Okulumuzun koskoca salonunda ve bahçesinde müsamere günleri, resmi bayramlar çocukların ve öğretmenlerin rengarenk kıyafetleri diğer günlerdeki siyah-beyazlığı alıp götürürdü...
İlkokul ve beş yıl, çok kısa geçen, yaşamımın en güzel zamanı, en güzel öğrencilik yıllarım...



24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK'ÜN YOLUNDA YÜRÜYEREK KARANLIKLARA IŞIK
TUTAN EĞİTİM GÖNÜLLÜSÜ ÖĞRETMEN ORDUSUNA KUTLU OLSUN...


Pazar, Kasım 20, 2011

BUGÜN ONLARIN HAKLARININ VERİLDİĞİ GÜN

BU BİR BASIN BİLDİRİSİDİR-DUYURALIM,ÇOĞALALIM





DEPREM BÖLGESİNDEKİ 300.000 ÇOCUĞUN YAŞAMI RİSK ALTINDA


Van-Erciş Bölgesindeki çocukların yaşamını korumak için herkesi ivedilikle harekete geçmeye çağırıyoruz!


Van Erciş bölgesinde 23 Ekim’de meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremin yıkımının ardından kış koşulları da bölgede yaşamı zorlaştırmaya devam ediyor. 2309 binanın yıkıldığı, 11847 binanın ağır hasarlı, 17923 binanın orta hasarlı olduğu bölgede süregiden 5 ve üzeri büyüklükteki artçı depremler sebebiyle bölge halkı yaşamını dışarda, edinebiliyorlarsa çadırlarda yoksa derme çatma barakalarda geçirmeye çalışıyor. Bir milyonu geçen bölge nüfusuna rağmen devlet tarafından kurulan çadırkent, mevlana kent, konteryner kentlerde barınan nüfusun toplamı yirmi bini geçmiyor.

Kar yağışının başlaması ile barınmaya ilişkin sorunlar had safaya ulaştı. İmkanı bulunanların yanında ve devlet olanakları ile bölgeden hızlı bir göç yaşanıyor. Ancak halen bölgede 600.000’den fazla insanın depremin ve kışın etkilerine maruz kalarak yaşamaya çalıştığı tahmin ediliyor.

Her zaman olduğu gibi bu afette de çocuklar öncelikle ve daha fazla zarar görüyor. Depremin etkilediği bölgede göçün ardından geride kalan 300.000 çocuk bulunduğu tahmin ediliyor. Yoğun kar yağışının başladığı 11 Kasım tarihi ardından -15 dereceleri bulan soğuk hava ile birlikte ilk üç günde 300 çocuğun zature teşhisi ile hastanalerde tedavi altına aldındığı bildiriliyor. Basına yansıyan bu rakamın çok daha ötesinde sayıda çocuğun soğuk kaynaklı hastalıklarla yüzyüze olduğu tahmin ediliyor. Şimdiye kadar resmi rakamlarla Erciş'in Çelebibağ Beldesinde 1 çocuk donarak, önceki gün ise Van’ın Karpuzalan köyünde çadırda çıkan yangında 6 ve 12 yaşlarında iki çocuk yaşamını yitirdi, iki çocuk ağır yaralandı. Tedbir alınmadığı taktirde, çocuk ölümlerinin devam etmesinden endişe ediyoruz.

Türkiye 2011 yılında, 20 Kasım Çocuk hakları Günü’nü bu kara tablo ile karşılıyor. Bölgedeki 300.000 çocuğun yaşamı ciddi risk altında. Koordinasyondan uzak, dağınık, işlevsiz, mağduriyeti arttıran çalışmalar ve göstermelik önlemler ile deprem bölgesi dışındaki toplum kesimlerini ikna çabası bir yana bırakılıp durumun ciddiyetinin farkına varılmalıdır. Daha fazla gecikmeden çocukların yaşamını koruyacak etkin önlemler alınmalıdır.


Bu çerçevede:

- Her türlü iç ve dış olanaklar bir ön önce bu amaç doğrultusunda seferber edilmeli, bölge sivil toplumun, ulusal ve uluslararası yardım kurumlarının etkinliklerine açılmalıdır.


- Yardım dağıtımları düzenli olarak ve çadırkentlerde olmasalar dahi tüm ihtiyaç sahiplerini kapsayacak şekilde yapılmalıdır. İhtiyaç sahibinin yardıma değil yardımın ihtiyaç sahibine ulaştığı bir sisteme geçilmelidir.


- Devlet bölge halkına tam olarak ulaşamamaktadır. Bölgede sosyal hizmet altyapısı yoktur. Çocukların durumunun tespiti ve yerinde destek verilebilmesi için sosyal hizmet altyapısı hızla kurulmalıdır. Bu hizmetin sağlanması için ulusal ve uluslararası sivil toplumdan gelen destek talepleri hızla değerlendirilmeli ve sonuçlandırılmalıdır.


- Sivil toplum örgütleri için işletilen “akreditasyon” sistemi bölgede çalışma konusunda izin almayı haftalara yayan bir bürokrasiye dönüşmüştür. Akreditasyon ile ilgili kalıcı muattap belirlenmeli ve süreç tüm sivil toplum kuruluşları için açık, adil ve hızlı bir şekilde işletilmelidir.


- Kızılay çadırları yerine biran önce kış koşullarına uygun konteynerler, pünomatik ve/veya prefabrik yapılar kurulmalıdır. Bu yapıların sayıları sembolik olmaktan çıkarılmalıdır.


- Çadırkentte yaşamak yardım almanın şartı olmaktan çıkarılmalıdır. Evlerinin bahçelerinde ya da civarında barınmak zorunda olan ailelere de koşulsuz, yerinde, geçici barınak, gıda ve sağlık desteği verilmelidir.


1995’ten bu yana BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin tarafı olan Türkiye sözleşmenin 6. Maddesinde belirtildiği üzere öncelikle çocukların yaşam hakkını korumakla yükümlüdür.

Bu yükümlülüğün ve bölgedeki durumun gereği tüm kamuoyunu, ulusal ve uluslararası tüm kurum ve kuruluşları İVEDİLİKLE, bölgedeki çocukların yaşamını korumak için harekete geçmeye çağırıyoruz.


BASININ SAYGIDEĞER EMEKÇİLERİNE DUYRULUR

Gündem: Çocuk!, her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak, barış içerisinde, iyi ve mutlu bir yaşam sürmesi için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütüdür. Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi, savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan çocuklarla birlikte sürdürür.




Gündem:Çocuk!


Çocuk hakları, Tanıtma,Yaygınlaştırma,Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği
Tunalı Hilmi Caddesi No:54/8


Kavaklıdere/ANKARA


Tel/Faks 0312 437 76 41



http://www.gundemcocuk.org/ - info@gundemcocuk.org



Perşembe, Kasım 10, 2011

SONSUZA DEK...




UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ



BİZE MİRASIN EN DEĞERLİ ESERİN CUMHURİYETİN ASKERLERİYİZ, RAHAT UYU...

Salı, Kasım 08, 2011

KEŞKE KENDİNİ BIRAKIP GİDEBİLSE İNSAN




Ben bir şey yazmıyorum, koca usta herşeyi benim yerime anlatıyor...



GİTMEK

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok..
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.



CAN YÜCEL


Cumartesi, Kasım 05, 2011

BAYRAMLIK...





BAYRAMLIK

Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış
CAN YÜCEL


Bayramlar berekettir, umuttur, özlemdir, barıştır.

Çok sevgili
dostlarımın, yolu blogumdan geçerken uğrayanların ve tüm islam aleminin, birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu, barış içinde ve en sıcak şekilde hissedeceğimiz mübarek Kurban Bayramınızı kutlarım.

İyi bayramlar....







Perşembe, Kasım 03, 2011

MUTSUZMUYUM?






Çocukluğumda çok oyuncağım olmamıştı, o zamanlar hiçbir çocuğun çok oyuncağı yoktu zaten. Topaç, çember, misket, hulahop, lastik top, bebek.
Rengarenk, çeşit çeşit oyuncakları olmayan mutlu çocuklardık bizler...

İki tane bebeğim vardı, çıplak, giyimleri bana ait. Küçücüktüler, avuç içine sığacak kadar küçük, kolları bacakları çıkarılıp takılabilen, yumuşacık.
Ben sakin, sessiz bir çocuktum konuşmayı fazla sevmeyen, elime ne alırsam saatlerce oyalanabilen, bana sorulan beş soruyu birleştirip bir kerede cevap veren, kimsenin dünyasına karışmadan kendi dünyamda yaşamayı bilen. İşte benim en çok mutlu olduğum zamanlardaki dünyam o küçücük iki bebekti...

Annem dikiş dikerdi, herşeyimizi. Gecelik, pijama, elbise, perde, divan örtüsü yastık, çarşaf gibi bugün hazır satımı olan herşeyi. Makinesinin yanına astığı bir bez torbası vardı içinde artık kumaşları toplayan. Bana bebeklerimi giydirmek için ne gerekliyse orada bulabiliyordum. Önceleri bez parçacıklarını katlayıp yorgan, yastık, yatak yapardım. Babamın oyarak yaptığı tahta kutunun karyola düşüncesine dönüşmüş halinin içinde geçerdi zaman, bebeklerimi yatırıp kaldırmakla, bez parçacıklarına sarıp sarmalamakla. Bana ait iki bebekti onlar, itirazları olmayan, her yaptığıma çaresizce katlanan, yatırınca yatan kaldırınca kalkan. Onlar dünyadan habersiz benimse dünyadan tek haberim onlar...

Daha sonraları iğne, iplik, makas girdi pez parçacıklarının yanına. Artık bebeklerimi bez parçacıklarına sarmıyor, çeşit çeşit giysi dikiyordum. Beni üzen ne olursa olsun her üzüldüğümde onlara sığınarak, görmeden, duymadan, hissetmemeye çalışarak rengaren kumaşların birleştiği küçücük elbiseler diker diker dikerdim. Daha sonrada küçücük kollarımdan dışarı yarısından fazlası taşan şişler ve artmış yünlerle örmek ve dikmek dünyasının içinde buldum kendimi.

Zor oluyordu küçücük bebekleri giydirmek, küçücük bedenlerine giysi dikmek. Kollarını-bacaklarını çıkarmadan hiçbir giysi provası olmuyor giydirip soyunmuyordu ama benimde yapacak başka işim yoktu, bana verdikleri mutlu dünya karşılığında mutluluğu zamana yaymaktan başka...


Büyüdüm, çok büyüdüm, çok çok büyüdüm ve yılların bana unutturamadığı iki küçük bebek zaman zaman içimi yakarcasına düşerdi aklıma. Onları aradığımda, onlarla birlikte onların dünyasında kaybolmak istediğimde ve her aklıma içimi yakarcasına düştüğünde anlardım ki mutsuzdum!

Son günlerde ben yine bebeklerimi arıyorum, görmeden, duymadan hissizleşerek onların dünyasına girip kumaş parçacıklarının içinde kaybolmak istiyorum. Dış dünyaya kapanıp kendimle kalmak istiyorum.

Acaba mutsuzmuyum???




Fotoğraf:
aytaccrafts parmakbebekler blogundan alıntıdır...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...