Pazar, Haziran 28, 2009

BİR SAAT SONRA GELİCEM !



Trafiğin yoğun olduğu ana caddeyi geride bırakıp, evime giden sokağa girdiğimde, sokağın iki kaldırımını parsellemiş ağaçların beni karşılaması çok hoşuma gidiyor. Birkaç adım geride kalan gürültüyü bir anda yok eden sanki bu büyülü ağaçlar...

Bahçelerden dışarıya sarkan dalları ile çoktan olgunlaşarak yerlere dökülen dutlarına bakan baynu bükük dut ağaçları, cevizlerini büyütmeye çalışan ceviz ağaçları, artık topla beni diyen erik ağaçları, yeşilden kırmızıya dönmeye çalışan kiraz ağaçları, çam, incir, ıhlamur ağaçları.
Apartman bahçelerinde sıkışmış, kendilerine dönük dünyada tüm olumsuzluklara karşılık yaşamlarını sürdüren, görebilene göz huzuru, alabilene gönül huzuru veren canım yeşil...

Bu sokakta huzurla yürüyorum. İlk geçtiğimde bina altına sığınmış gibi duran, az arayla iki bakkal dükkanı dikkatimi çekmişti. Bakkal dükkanı!
"Unuttum bakkalı olsa gerek" diye düşünmüştüm, yok değil, tuz bile yok. Görkemli alışveriş merkezlerinin, büyük marketlerin eteğinde ne satabilir ki?
Kapısında duran gazete askılığından aldığım bir gazete ile içeri girdiğimde, çeşit çeşit meyve suları, çocukların kandırılması için gözalıcı ambalajları ile çikolata, gofret, sakız v.b. ve sigara. Alışverişte unutulan acil ihtiyaçlar!! Ama adı bakkal dükkanı!!

Çok eskilerini, "kahraman bakkal süper markete karşı" olmadan öncesindeki bakkal dükkanlarını anımsıyorum. Küçücük ama içinde tüm ana ihtiyaçlarını karşılayabileceğimiz bakkal dükkanlarını. Bu küçücük dükkanların mutlaka bir köşesi, beton bölmeyle ayrılarak gaz deposu haline getirilirdi, alt kısımlarında, tek seferde sağa döndürünca açılan, sola döndürünca kapanan sarı bir musluk bulunurdu. Evlerde bulunan gaz şişelerini götürerek doldurulan gaz. Tüm şişelerimiz cam olduğu gibi gaz şişeleri de camdı, pet ve naylonun hayatımıza girmeden öncesi.
Raflarında 100 gr.lık kutu çayları, çuvalların içinde şeker, pirinç, un, bakliyat. Tenekelerin içinde beyaz peynir, hazırlanarak naylon poşetlerin içine daha girmemiş kocaman tekerlek kaşar peynirleri. Kg.ile satılan yemeklik Vita yağı, kahvaltılık Sana yağı.
Gazete kağıdından yapılmış kese kağıtlarında kibarca tartılarak sunulurdu. Ama mutlaka belirli gramajda alınması gerekliydi, (250 gr. 1/2 Kg. ve 1 Kg.) Terazi daralarının ağırlığı kadar. Dijital terazi yok, yazar kasa yok, kredi kartı yok. Çekmecesini açan bakkal amca parayı buraya koyar, para üstü varsa üstünü verirdi. Çok sevimliydi bakkal amcalarımız, mutlaka hal hatır sorar, evdekilere selam gönderirdi...

Bir yüzü AÇIK, bir yüzü KAPALI yazan, kapısında her daim bulunan tabelasının yanında, anımsadıkça beni halen güldüren bir tabelaları daha bulunurdu, "BİR SAAT SONRA GELİCEM" yazan bu tabelayı kapıya asıp giderlerdi. O zamanlar insanın kaybolmamış masumiyeti fesatlığa dönüşmediğinden, Bir saatin başımı? sonumu? ortasımı? diye düşünülmezdi...

Bir zamanlar görmesini, konuşmasını, susmasını bilen, huzuru variyette değil içimizde arayan mutlu bir toplumduk biz...

Nerede kalmıştık? sokağın başında! Dörtyüz mt. kadar bu sokağın huzurunu hissederek evime varıyorum. Öncelikle çocuk kilidi olmayan bir asansörle çıkmaz çok güzel, elinde paket var ise çocuk kilidi olan asansör çok zormuş, bunu anladım. Evim aydınlık, evin içinde güneşle sabahtan akşama sarmaş dolaş geziniyoruz, sıcağı seven bizler bu durumdan fazlaca rahatsızlık duymuyoruz. Ama yine de koli ve torba yığınları ile geçen günlerde zorluğunu çekmedim değil. Yorgunluğu, yerleşmenin sonunda işlerin tamamen bitişinin hayali ile atacağımı düşünerek çalıştım da çalıştım.
Zoru eğlenceye dönüştürmek için bu telaşın ortasında, tam yerleştirilmemiş evi bırakarak, eşya götürmek bahanesi ile İznik göl kenarında çok kısa bir de tatil yaptık...

On yıl önce terkettiğimiz eski semtimize döndüğümüze ve geçmişe kaldığımız yerden devam ettirmeye başladığımıza çok memnunuz...

Yerleşmek günlerimi aldı, benim gibi en ince ayrıntının bile en baştan yerini almasını isteyen biri için bu süre uzun geçti. Taşınmadan önce eski evimde en son kolilediğim huzuru bu evimde ilk koli olarak açtım. Çünkü, koli yığınları ıle poşetlerin üstüste yığılmasından ve bana "bizi kurtar" diye yalvaran gözlerle bakmasından bunalıma girebilirdim.
Tamamen yerleşince tüm işlerin bitmesi ise sadece bir hayaldi...

Yemek yap, bulaşık yıka, yine yemek bitti. Çamaşır yıka, kurudu ütüle, kirli sepeti yine dolu.Toz al, cam aç, olmadı yine toz oldu, sil, süpür. Topla, kaldır bitmedi başa dön. Güneş geldi stor kapa, güneş gitti stor aç.
Alışveriş zaten yorgunluk, yerleştirmek yorgunluğun kdv'si.

Her nefes alışımızın bedelini öder gibiyiz...

Pazartesi, Haziran 08, 2009

EVİM EVİM GÜZEL EVİM



Bu gün evime bir saatimi ayırdım, yanlız ikimizdik. Tüm koşuşturmaların dışında bir beraberlikti bu seferki.

Her köşesini yeni görüyormuş gibi inceledim. Her köşesindeki anıları tazeledim. Fotoğraflar yoktu ortalıkta, hepsi bir pakete sığışmışlardı ama ister istemez gözlerim yerlerini arıyordu.
Duvardan indirilmemiş saatin tik tak'ları kalp atışlarıma uymuşlardı sanki.Duvarlara sessizce sordum " ne günler paylaştık, ne çok şey sakladım size, istesem geri verebilirmisiniz" diye. Ben sessizce sordum, duvar bağıra bağıra cevap verdi " bir gün değil ki istediğin, tam on yıl, nasıl geri verebilirim?"
"On yıl mı? nasıl yani on yıl mı geçti? ne zaman, nasıl?""Ooooh" dedi, "neler oldu hayatında, bir dönde bak. Gözüktüğü gibi kısa değil koskoca on yıl, kayıpları değil kazançları düşün"Evet tam on yıl, çabucak geçen, geçerken anılar bırakan, anılara bakınca da çok uzun olan on yıl.Küçük kızım burada gelinliğini giymiş, şu kapıdan çıkmıştı. Üç torunum da kırk çıkarmasına gelmişti evimize.Dört kişiyken dokuz kişi olmuştuk. Sağlıklı, huzurlu ve mutlu.
Bu kadar kazancın yanında yaşamdan verilen on yıl kayıp sayılmazdı, doğru.
Kaybım sadece on yıl daha yaşlanmış olmaktı.
*
Mayıs ayı demiştim, yoğun mayıs ayı.Ve bu yoğunluğun sebebi, on yıldır oturduğumuz evimizden taşınıyoruz.
Hiç düşünmediğimiz bir zamanda, önce kendimize iki emeklinin oturabileceği bir ev aldık, salon ve iki odalı.Niye mi? iş hacmini daraltıyorumda ondan, artık temizlemeğe zaman harcamak için fazla oda ve fazla eşya istemiyorum.
Eşyalara esir bir hayat değil, yaşama esir bir hayat istiyorum. Ne kadar kaldıysa, önemli değil.
Ayıkladım tüm eşyaları, sadece olması gerekliymiş gibi duran tüm eşyalar artık benden iş beklemesinler, ayak altında dolaşmasınlar diye yok edildi.
Bunlar gerekli diye tuttuklarımız bile kolilere, poşetlere girince, taşınma gününe kadar gerçek gerekli olanların ortada kalması "böylede yaşanıyor işte, bir yatak, iki tabak yetiyor " düşüncesi bile aklımdan geçmedi değil.
Sonra da on yıldır oturduğumuz bu evimizi sattık. Gereksiz eşyalarla dolu, salon ve üç odalı.Ve bunların hepsi bir ay içinde oldu bitti! Toplanmak, ayıklanmak, almak, satmak, yeni evin temizliği v.s. ve taşınmaya iki gün kala halen toplanacak, yapılacak işlerin olması çok çok yoğunluktu.
Sevgili eşim devlet dairelerinden çıkamaz oldu. Banka, telefon, ayedaş, igdaş, iski, muhtar, nüfus idaresi, tapu dairesi. Açma kapama.Emlakcı, boyacı, badanacı, tesisatcı, tamiratcı, nakliyatcı, cı cı cı. Geldi, gelmedi, yaptı, yapamadı.Bu yaşdan sonra olacak işler değilmiş anlaşıldı.
Gerçi şu koli bandının ucu devamlı zorluk çıkarmasaydı, kolay bulabilseydim zamandan tasarruf yapabilecektim de!!
Yeni evimde, ne zaman bağlanacağını bilemediğim internetimde yeniden buluşmak üzere...

Perşembe, Haziran 04, 2009

MAYIS

Canım Mayıs, Güzel Mayıs
Bitti!
Çok sevdiğim aylardan biridir Mayıs.

Eylül ve Mayıs aylarını çok severim. Sanki birşeylerin başlangıcını ve bitişini aynı anda taşır bu aylar. Çok da yoğun geçer, yorgunluğu sırtlamışlardır, ama hiç umarsız. Alabildiğine mutludurlar! bana göre.

Ben de severim yoğunluğu. Koşuşturmayı zamana sığdırmaya çalışmak yaşam depolamak gibidir.

Baharın girmesiyle Mayıs ayı için planlananların dışında, hiç hesapta olmayan ve hatta düşünülmeyen bazı programların ortaya çıkmasıyla bende çok yoğun bir Mayıs ayı yaşadım, yani yaşam depoladım.

Öncelikle, plan ve program dahilinde olanların gerçekleştiği güzellikler;

Prensesim!
Bu dönemin başında ana sınıfına yazılarak eğitim hayatına başlayan narçiçeğim, benim için çok geride kalmış, çok özlediğim bir yıl sonu yaşattı bize.

Okul hayatının ilk aylarından itibaren öğretmeninin ve hatta okul müdürünün ilgi alanına girip, arkadaşlarının da idolü olan prensesim, aynı zamanda 12 yıl sürecek bir bale okuluna da başlamıştı.Okulların tatile girmesi yaklaşırken, yıl sonu gösterileri ve resitalleri ile Mayıs ayını daha da güzelleştiren narçiçeğim bizleri çook çok mutlu etti.


Öğretmeninin öneri ve israrı ile Atacan Koleji'nin, 5 ve 6 yaş grupları arasında gerçekleştirdiği "öykü anlatı yarışması"na katıldı. Okulu adı altında katıldığı bu yarışmada "jest, mimik ve sahne kullanımı" dalının birincilik ödülünü aldı. Kazandığı MP3 ödülü ve çeşitli firma ödülleri ile çok mutlu oldu.
Bale okulunun resitali için prova çalışmaları



Bale okulunun, Yayla Sanat Merkezinde gerçeklerştirdiği resitali.













Okulunun, Kadıköy Halk Eğitim Merkezindeki, uluslararası yıl sonu gösterisi. Her nekadar Pamuk prenses olamadığı için üzülsede, cadı rölü kendi cadılığı kadar güzeldi. Devamlı evde çeşitli kostümlerle palyaço gibi dolaşa dolaşa okul gösterisinde resmileştirdiği palyaçoluğu.


Okulundaki ana sınıfları olarak hazırladıkları gösterileri ve şirin mi şirin bir kafkas ekibi.



Ve ana kucağından kepli terfisi, Okul Müdürünün ve öğretmeninin, okulu adına katıldığı " öykü anlatı yarışması" derecesinden dolayı özel ödüllendirilmesi.

Mayıs ayı yoğunluğum bununla bitmiyor.
Bir de hesapta olmayan ve hatta düşünülmeyen, ani kararlarla yoğunlaşan günler bitmek üzere!!!


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...