Cumartesi, Ekim 29, 2011

ÖZGÜRLÜĞÜN ADI CUMHURİYET


Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.



CUMHURİYET BAYRAMIMIZ TÜM ULUSUMUZA KUTLU OLSUN, SONSUZA KADAR KUTLANMAK DİLEĞİYLE

Cuma, Ekim 28, 2011

DEPREM GERÇEĞİ







Türkiyenin korkunç gerçeği,doğal afeti,kaçınılmazımız,habersiz bir gece yatağımıza kadar girebilen, savunmasızları ansızın yerle bir eden DEPREM!

Son yaşanılan Van depreminin ardından gazeteler,köşe yazarları,bilim adamları, herkes yazdı-çizdi. Görsel medya aynı kareleri döne döne ekrana getirdi. Yeni yeni öyküler yazıldı, insanların acılarını reytingler uğruna araya sıkıştırılan imgelerle naklettirdiler. Gerçekten acıydı yaşananlar, çok acıydı ama acı çekenlerin dışında bilmem kaç gün sonra güncelliğini yitirecek bu acıdan nemalananlar yeni nemalara kapılıp bu acıyada birer nokta koyacaklar.
Bizler ise 12 yıl evvel seyrettiğimiz bir filmi başa sarıp yeniden izler gibiyiz. Ne bir eksik ne bir fazla aynı acı,aynı şaşkınlık,aynı söylemler, aynı kargaşa aynı aynı...

Ben ne yazarım ne çizerim ne de bilim adamıyım, aklım da fazla ermez ama yinede aklıma takılanları yazmak istedim.

Gölcük depremi aslında geliyorum dedi, tüm depremler gibi saatini söylemeden ama zamanının geldiğini söyledi. Öncesinde Kocaeli yerel televizyonları bu konu üzerinde konuşma yaptılar, sivil savunma kuruluşları sokaklarda el ilanı dağıttı, belediyeler uyarıldı, vatandaşların kulağına fısıldandı.
Orada yaşamadığım için bunları daha sonra onlar için Şekerpınarda yaptırılan deprem konutlarına taşınanlardan öğrendim. ''Çaremiz yoktu, evimizdi, barınağımızdı, biz aslında baktırmıştık'' gibi itiraflarını da dinledim. İki battaniye, iki yatak, bir piknik tüpüydü sahip oldukları.

Sonuç ortadaydı, bilanço çooook çok ağırdı, o gece yaşadığım 45 saniyeyi asla unutamayacağım ki! inşallah da unutmam.

Yerle bir olan binlerce bina içerisinde barındırdıklarını toprağa,denize gömdü. Yaşayanlar ise korkunç bir travma altına girdiler. Aileler dağıldı, yuvalar yok oldu.
İnşaatı harç ve tuğladan ibaret görenlerin bedeliydi yaşananlar.

Sonrasında işte hepimizin bildiği gibi yardımlar, toplanan paralar, hastaların ilk yardım bakımı, prefabrik konutlar ve artık bizden bu kadar siz tamamlayınlar...

Bugün de Van

Bir emekli öğretmen arkadaşımdan dinlemiştim eski Van'ı, yemyeşil ovaların ve binbir çeşit meyve ağaçlarının tek katlı kerpiç evlerinle bütünleştiğinin güzelliğini anlatmıştı. İçmeye doyulmayan sularını, berrak gölünü. Okuldaki çocuklarını anlatırdı dil takıntısına güle güle öğrenme mücaadelesi veren ışıl ışıl gözleri. Daha sonraki yıllarda kendinle aynı kaderi paylaşan öğretmen yeğenini ziyarete gittiğinde Van'ı tanıyamadığını söyledi. ''Kar hırsı ve hiç bir ilacı olmayan betonlaşma hastalığı Van'a da bulaşmış'' dedi.

Van veya Kütahya veya Elazığ veya Dinar Veya İstanbul... Deprem gerçeği Türkiyenin gerçeği.


Eeee peki böyle bir gerçeğimiz varsa ki! var

Bu gerçeği görmemiz için illa deprem olması mı gerek?
Neden toprağın kaldıramayacağı binaların dikilmesine göz yumuyoruz?
Niye yaptığımız derme çatma gecekonduların üzerine çocuklarımıza kat çıkıyoruz?
Bizim bunca sorunumuz varken niye duble yolların kavgasını yapıyoruz?
Çok seyredilen dizilerin arasında iki satır deprem gerçeğini neden hatırlatmıyoruz?
Madem bir şehri yeniden kurabilecek yardım toplayabiliyoruz da bunu neden depremden önce yapmıyoruz?
Yardım toplamak, binaları yeniden yapılandırmak için Yunusların, Serhatların cansız bedenlerini çiğnemek mi gerek?


Birlik, beraberlik kurabiliyorsak bunun için illa bir felaket olmasımı gerek?
Bizim tüm duygularımızı, gözyaşlarımızı,acılarımızı,sevinçlerimizi,isyanlarımızı yöneten en büyük patron görsel medya neden daha çok yeni olan Kütahya depreminin sonuçlarını görmek için görselliğini kullanmıyor?


Bu saate benim aklıma bu kadarı geldi, bu sorular o kadar çoğaltılabilinir ki!

Depremle birlikte ortaya çıkan bir sürü gerçek de bir süre sonra nedense unutuluyor. Bilim adamları avaz avaz bağırıyor, biz onları deprem olduğunda dinliyoruz. Sivil toplum kuruluşları bu felaketlerde can damarımız oluyor ama nedense onlar da depremin acısı geçince unutuluyor. Akut gibi çok değerli arama kurtarma kuruluşları kendi imkanlarınla ayakta durmaya çalışırken onlara yardım etmeği hiç aklımıza getirmiyoruz...

Bugün Van depreminden kurtulan kardeşlerimiz korkunç acı içinde, aç,açık ve soğukla yaşam savaşı verirken bir yandan da kaybettiklerinin acısınla yanıyorlar.


Çadırlara, yardım konvoylarına tabiri caizse söylendiği gibi saldırmaları o kadar doğal ki! bunu o acıyı yaşamayanların bilmeleri imkansız. Bu yıkımın ardından ruhsal dengesini yitirmemiş kimsenin olacağını düşünülmez.


İşte buda deprem sonrasının en acı gerçeği; iletişimsizlik, plansızlık, vurdum duymazlık, beceriksizlik...

Ne yazık ki!!! önümüzde bir de İstanbul depremi var, yıkımın korkuçluğu asıl burada. Onmilyonu geçmiş bir nüfus ve çarpık yapılaşmasıyla. Düşünmesi bile hafızaya sığmaz. Gölcük depremi sonrasında Güneri Civaoğlu bir haber sonrası ağzından kaçırdı, yok etmeye,kapamaya çalıştılar ama olan olmuş ortaya çıkmıştı bir kere. Bilim adamları günlerce tartışmıştı, zaten tüm deprem uzmanlarını bu sayede tanıdık. Ara ara unutulsa bile sonrasında dünyanın neresinde olursa olsun en ufacık bir deprem sonrası tartışmaya başlandı. Ve artık ilkokul öğrencileri dahil bu gerçeği biliyoruz.
Peki ne yapıyoruz, ben dahil koca bir hiiiiç.

Deprem olsun sonra düşünürüz, öyle ya ölen ölür kalan sağlar bizimdir...


Pazartesi, Ekim 24, 2011

CANIM ACIYOR





Vah Ülkem Vah!!!
Uyumak istemiyorum, yarınlardan korkar oldum.
Susmak istiyorum, bağıra bağıra susmak.
Kulplara isyanım var, tüm kupaların-fincanların kulplarını kırmak istiyorum.


İnişteyiz ülkece, yumuşatarak, yumuşacık farkında (!) olmadan.
Teröris değil Gerilla alıyor gencecik fidanların canlarını.
Sürücü katil değil, adı trafik kazası.
Yapının, yapanın ne suçu var depremde ölen kader kurbanı.



Cuma, Ekim 14, 2011

BURAYIDA ÖZLEMİŞİM

Döndüm,
evimi,eşimi,yavrularımı,torunlarımı özlemişim.
Yaşamak nefes alıp vermekse nerede olursak olalım eğer nefes alabiliyorsak yaşıyoruz demektir amma yaşantımıza anlam veren sevgilerin eksikliği her nefes alışda özleme dönüşüyor işte...

Özlem turlarına tam konsantre olmuşken, yaptığım hava değişikliği, havanın kendi ekseninde yaptığı değişiklikle hiç özlemediğim müzminlerimle karşı karşıya kalınca hafta başında geldiğim evimde sersem sersem dolaşmakta buldum kendimi...




Dost yanında oldukça dinlendim. Konuştum, konuştum. Dinledim, dinledim...



Saatlerce narenciye bahçeleri ile süslü yollarda yürüdüm.





Likyalıların kral mezarlıklarını yeniden, yeniden inceledim.

Kaunos antik kentini ziyaret edip, kalelerini fethettim.





Folluktan bu şirin ikilinin yumurtalarını aşırdım.


Bu dikenli meyveleri yiyeceğim diye tutturup ellerimi kanattım.



Köyceğiz gölünün muhteşem manzarasını yeniden doya doya seyrettim.




Fethiye turu yapıp Gülenime ziyarete gittim.



Gelirken de Akdeniz ve Egeyi saran rüzgarı , fırtınayı, yağmuru getirdim...


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...