Pazar, Temmuz 26, 2009

BAKTIM Kİ! POST OLMUŞ



Sıcak bir yaz geçiriyoruz.
Yaz zaten sıcak olur da! sanki bu yaz daha bir sıcak. Bunaltıcı olmasına karşın severim sıcağı, bir şikayetim de yok, sadece tansiyonum pek bir oynak hale geldi o kadar...
Sıcak güzeldir, daha bir özgür kılar insanı. Üstünde ne varsa hemen dışarı çıkabilmek, çorap olmadan terlikle sokaklarda gezmek güzeldir. Şemsiye yok, atkı yok, bere yok, bot yok, mont yok. Suyla muhabbetimiz de artar. Kıyıları parselleriz özgürcene,sere serpe denize,denizin kıyısına yayılır,alacağımızı alır, bırakabildiğimizi bırakırız!!!

Yemeklerimiz de daha hafifdir. Sıcak yemeğe sığınmadan, enerji depalayacağım kaygısı olmadan, özgürlüğümüze özgürlük katan salatalar, soğuk yemekler, meyve ve herkesin gözdesi karpuz!
Karpuz demişken, sanırım bu sene karpuz ihracatı az ve üretim çok. Karpuz yemeğe davet ediyorlar halkı. Kabuğunu ye, çekirdeğini ye, kanser ilacıdır, kalp fonksiyonlarını düzenler, kan basıncını düşürür, antioksidandır, sağlıktır v.s.
Kısa bir geçmişte patetesin, yeşil mercimeğin ve stoklarda kalmış bir sürü ürünün faydaları yeni keşfedilmiş gibi, gerek yazılı basın gerekse görsel basın günlerce beynimizi yıkamışlardı ya... işte onun gibi!
Oysa rahmetli babacığım uzun yıllar önce anlatırdı karpuzun faydalarını. Babacığım ne ilim adamıydı ne de bilim adamı. Antioksidan falan da bilmezdi, ama karpuzun boğaz yollarını temizlediğini, böbrekleri yıkadığını, bağırsakları arındırdığını anlatırdı. Hatta çok setleşmeyen, yumuşak çekirdeklerini de yedirirdi bize...
Domatesi anlatırdı, faydalarını, yararlarını. Elimize bütün domatesi verirler, dirseklerimizden suları aka aka yerdik. Bıçak değdirmezledi domatese. Metalin, bitkilerdeki yararlarını ve tadını kaçırdığını söylerlerdi. Karpuzu kırarak parçalamak, her tarafından suları aka aka dibine kadar kemirmek, soğanı yumrukla bölmek, ekmeği kopartarak yemek, kabartma tozu olmadan kül suyu ile börek açmak. Hepsi geçmişte kalan bir zevk ve sağlık...

Sıcaklardan bahsederken nerelere geldim...
Bu sene planlarımızda uzun tatil yok. Günlük geziler, park, bahçeler, havuz. Ve okuma...
Zamanım oldukça ve hatta zaman ayırmaya çalışarak gazete okuyorum, kitap okuyorum, blog okuyorum. En çok da blog okuyorum. Yorgun günün sonunda bilgisayarın başına geçdiğimde yazmak yerine blog okumak hoşuma gidiyor bu aralar...
Yıllardır yoğurdumu evde yapan ben "yoğurt nasıl yapılır" sayfasını okurken buluyorum kendimi bazen, ya da çok iyi bildiğim örgünün içinde... Son günlerde beni gerçekten rahatsız eden olayları bloglarda okumak, sesimin yankılanmasını duymak da rahatlatıyor beni... Sayın Başbakanın sigaradan nefret etmesinden dolayı, yasakların çok ötesine giden dumansız havanın ne şekle dönüştüğünü gözler önüne seren
İncegül'ümün yazısı. Parası olan ve artık pervasızca hiç yasak tanımayan 70'liklerin, 15'lik körpecik fidanları korumak yerine çiğnemeleri düşüncemin Sevgili Banu'nun yazısındaki yankısı gibi...

Bazı blogda üzülüyor, bazı blogda gülümsüyor, bazı blogda düşünüyorum. Kimsenin hasta ve sorunları olmasın istiyorum.
Yemek tarifleri, elişleri, bebekleri, iç dünyaları araştırmaları ve düşünceleri...
Gazetelerin köşe yazarlarını okumak kadar renkli. Gerçi blogdan bloğa geçmek ve iç dünyalarına girmek bazen ürkütüyor beni. Yorum bırakmadan, "ben geldim" demeden sessizce okumak saygı sınırlarını zorluyor gibi düşünsemde, "binlerce kişiye açık olan yazıları okumanın saygıyla bir ilgisi olmaz" düşüncemin karışıklığıda yoruyor beni... "Penceresi açık bile olsa içeriye bakılmaz"
"Gözler kimsenin elindeki filesine kadar inmez"
" Yemek saatlerinde kimsenin kapısı çalınmaz"
"İzin alınmadan kimsenin modeli kopyalanmaz"
Bizler eski kuşak insanıyız ve bu sözleri duya duya büyüdüğümüz içindir ki! yeni kuşak toplumuna uyumumuz zaman zaman yoruyor işte...

Aslında yazacaklarım dağarcığımda biriktiği halde, post yazmak için oturmamıştım bilgisayarın başına. Doğrusunu söylemek gerekirse iki satırda sıcaklardan bahsedicek, bloğumda tarih değişikliğini ve hareketini sağlıyacaktım. Dönüp baktığımda hiç dağarcığımda olmayan bir sürü şey karalamışım ve post olmuş...

Bu arada;
Eski oturduğumuz sitenin bahçesine, balkonda yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini hafif çıtlatır atardım. Bir erik ve kayısı ağacı fidelenmişti. Giriş katının görüşünü engellediği için kesmişler, bu gün duydum ve çoook çok üzüldüm...
Oysa saygı tüm canlılar için geçerlidir!!!

Cuma, Temmuz 17, 2009

BU GECE


HERKESİN BÖYLE BİR BARIŞ'I OLSA
DÜNYADA SAVAŞLAR OLMAZDI



Senin güldüğün yerde güneşe ihtiyacım yok

Seninle geçen zamanda hüzüne şans yok

Kor gibi düştün yüreğime bu gece

Yazmaktan başka çarem yok

Pazartesi, Temmuz 13, 2009

CAN ARKADAŞIMA

Senden kalan bir gün var içimde
Yaz gibi
Susamış dostluğumdaydın
Yağmur gibi
Saat ondört telefonum çalmıyor artık
Issız şimdi


On yılı sığdırmıştık aramıza
Dostluğunla, arkadaşlığımızla
Rüzgarımızdan öncesi


Savrulduk arkadaşım
Benim rüzgarım meltem
Senin ki karayeldi


Çay hazır sesini duyar gibiyim
Aramızdaki kilometrelere inat
Ama yine de on dakikaya
Gel desen gelemem ki!


Tanışmamızın ve arkadaşlığımızın onuncu yılında çok uzaklara, sessizce bir kuş gibi göçeden tek arkadaşım, can dostuma özlemle...


Çarşamba, Temmuz 08, 2009

" AŞK " ESİRİYİM!!!


"" ŞU DÜNYADA SEMADAKİ YILDIZLARDAN DAHA FAZLA SAYIDA SAHTE HACI, HOCA, ŞEYH, ŞIH VAR. HAKİKİ MÜRŞİT SENİ KENDİ İÇİNE BAKMAYA VE NEFSİNİ AŞIP KENDİNDEKİ GÜZELLİKLERİ BİR BİR KEŞFETMEYE YÖNLENDİRİR. TUTUP DA ONA HAYRAN OLMAYA DEĞİL.""
Şems'in kırk kuralından biri...

Aşk'a tutuldum ve bırakamıyorum. Üzülerek bloğumu da ihmal ediyorum. Zamandan çalabildiğim fazlalığı bloğuma ayırıyor, okuyor, çala kalem birşeyler yazıyordum. Gece yatmadan kitap okumaya ayırdığım zaman ise şimdi aşk'a yetmiyor...

Aynı konuyu bir başka anlatımla Ahmet Ümit'de Babı-Esrar'da işlemiş ve aynı zevk ile elimden bırakamıyarak okumuştum...

Ahmet Ümit tamam da ya Elif Şafak!!

Şimdi bulunduğu yerdeki Elif Şafak böyle bir konuyu ele alıp yazmış olması sanırım kendi iç çelişkilerini yansıtıyor...

Okunası bir kitap, acizane tavsiyemdir...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...