Perşembe, Kasım 27, 2008

HOŞGELDİN MİNİĞİM

Bir CAN geldi dünyaya canlardan can parçası
Ufacık çıplak bedeni umutlarla sarılı
Açtı yumuk gözlerini bende varım diyerek
Şimdi tek aradığı annesinin kucağı...

Minicik yüreğinle hep sevgi arayacak
Geldiği ailede fazlasıyla bulacak
Prensesime kardeş lokumuma arkadaş
Anasına babasına bir ömür boyu yoldaş
Belkide ananesine dedesine son bir tad...

Hoşgeldin dünyamıza hoşgeldin miniğim
Getirdiğin coşkuyla şenledi gönül evim
Şanslı doğdun daim olsun dileğim
Sevgi serdik yoluna huzurla yürü meleğim...

Doğruluk adın sağlık dostun olsun
Şansın ilk günkü kadar coşkun
Ömrün su kadar berrak uzun
Yaşamın mutlulukla huzurla dolsun...


CAN'a

Geldiğin en kutsal yoldan, yaşama ilk başladığın 14.20 de ki bugün seni coşkuyla karşıladık.
Dokuz ay boyunca seni heyecanla bekledik. Son haftalar zor geçen günlerle doluydu. O ufacık bedenin annenin karnında çok hareketliydi! de doğduktan sonra hareketin ne demek olduğunu daha bir anladık. Sen yerinde duramayan cıvıl cıvıl bir meleksin. Güzelsin hemde çok güzelsin...


HOŞGELDİN MİNİĞİM...
HOŞGELDİN MELEĞİM...

Anneannen...

Pazartesi, Kasım 24, 2008

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM


SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİME
UFAK BİR ARMAĞAN

Kalem tuttu ellerim
Gözlerinin ışığında
Okumayı öğrendim
Yüreğindeki coşkuda
Bilgiye ilk adımlarım
Sevgi dolu kucağında...

Canım öğretmenim
Senden öğrendiklerim
Yaşam boyu gerçeklerim
Sana ihtiyacım sonsuzdur
Bitmedi daha bilmediklerim...

Öğretmenim
Bir gün değil
Tüm güzel günler
Sizlerin olsun dilerim...

Öğretmenler günü,
Başöğretmenimiz ATATÜRK'ün yolunda yürüyerek, karanlıklara ışık tutan eğitim gönüllüsü ÖĞRETMEN ordusuna kutlu olsun...



Öğretmenler Gününün Kısa Tarihçesi

Türkler, ilk önceleri Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır. 8. Yüzyıldan itibaren, İslamiyetin kabul edilmesiyle birlikte Uygur alfabesi bırakılarak Arap alfabesine geçilmiştir.Kurtuluş Savaşı'nı kazandıktan sonra, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i kuran ulu önder Atatürk, askeri ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda birçok yeniliği başlatmıştır. Bu yeniliklerden biri de, 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla, Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin kabulü olmuştur.Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğrenilmesi ve okur yazar sayısının artırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatılmıştır.24 Kasım 1928 tarihinde açılan, Millet Mektepleri'nde, yaşlı, genç, çocuk, kadın... herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir.Millet Mektepleri'nin açılışı ve Atatürk'ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.


.

Perşembe, Kasım 20, 2008

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ


Bugün dünya çocuk hakları günü. Tüm çocuklarımızın doğal haklarına sahip olmasını dilemekten başka ne yazık ki elimden fazla bir şey gelmiyor.
Doğal haklarının en büyüğüdür SEVGİ
*
Sevgi ile beslenen çocuklarımızın yarınları ne denli sağlam olursa, sevgisiz büyüyen çocuklarımız yarın içi kayıp demektir.
*
Çocuk istismarlığının gittikçe çoğaldığını, haklarının acımasızca ellerinden alındığını, eğitimlerine olan saygının azaldığını görmemek mümkün değil.
Haklarına kavuşamayan çocuklarımız ve doğal olmayan "hak olarak görülen" haklara fazlasıyla sahip çocuklarımız ne denli mutlu olabilirlerki?
*
Fazla birşey istemez çocuklarımız.
Küçüktürler, korunmaya muhtaç. Sevgi isterler, başlarını sevgiyle dayayabilecek bir kucak, çocukluklarını yaşayabilmek için sevgiyle uzanan bir el.
Sağlıklı olabilmek için beslenme, korunmak için dört duvar.
*
Aslında bu konu yazmakla tükenmez. Ciltlere sığmayan yazılar ne yazık ki gerçekleri değiştirmeye yetmedi.
Şiddete, tacize maruz kalanlar...
Acımasızca dünyaya getirilip terkedilenler...
Eğitimden yoksun bıraktırılıp çalıştırılanlar...
Sevgi yerine parayla sarılanlar...
Görmezden geldiklerimiz...
Sırtımızı çevirdiğimiz...
Bunların hepsi bizim çocuklarımız değil mi?
*
İstanbul'un orta yerinde, evlerini yıktıkları bir mahallenin tüm çocukları, üç yıldır korunmasız bir çadırda yaşatılıyorsa!
***
Dünya çocuk hakları bildirisi:
Her çocuk bu bildiride belirtilen haklardan yararlanmalıdır. Hiç bir çocuk ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal inanç nedeniyle ayrı tutulamaz.Her çocuk korunacak ve özel bakım görecektir. Çocuğun iyi koşullar altında, zihnen, bedenen gelişmesi sağlanacaktır. Buna ilişkin düzenlemeler yasalarla güvence altına alınacaktır. Bu amaçla hazırlanacak yasalarda çocuk yararına olacak durumlar göz önünde tutulacaktır.Her çocuk doğduğu andan başlayarak isme ve yurttaşlığa hak kazanmalıdır.Çocuk, sosyal güvenlikten yararlanmalıdır. Sağlıklı büyüyüp gelişmesi için gereken her çaba gösterilmelidir.Sakat çocuklar için özel bakım ve eğitim uygulanmalıdır.Çocuktan sevgi esirgenmemelidir. Ailesi olmayan ve yoksul çocuklara özel ilgi gösterilmelidir.İlkokul eğitimi parasız ve zorunlu olarak çocuğa sağlanmalıdır. Çocuklar genel bilgilerini arttıracak, yeteneklerini geliştirecek toplumsal sorumluluklar yüklenecek biçimde eğitilmelidir. Çocuğun eğitiminden sorumlu kişiler eğitime, öğretime ayrı bir özen göstermelidir. Çocuk; bir tür eğitim olan oyun oynamak ve dinlenmek olanaklarına sahip olmalıdır. Yöneticiler çocuklara bunları sağlamalıdır.Sosyal yardım ve korunma konusunda çocuk ilk düşünülen olmalıdır.Çocuk her tür kötülük ve sömürüden korunmalıdır. Çocuk, her ne biçimde olursa olsun alım satım konusu olmamalıdır.Çocuk ırk, din ve insanlar arasındaki ayrılık yaratan baskılardan titizlikle korunmalıdır.

Cumartesi, Kasım 15, 2008

PAZAR NEŞESİ

İnternetin en sevdiğim tarafı ; gazeteleri dolaşmak, ilgilendiğim yazarların geçmiş, okuyamadığım yazıları ve günlük yazılarını okumak.
İç karartan, sıkıntıma sıkıntı katan bir sürü haber ve yorumdan sonra!

Çok güldüm ve paylaşmak istedim.
Teşekkürler Can ATAKLI

İnternet geyikleri:
İnternet çıktı çıkalı herkes alabildiğine özgür oldu. İsteyen istediğini yazıyor. Doğru ya da yanlış olmasının hiç önemi yok çünkü her durumda bunları ciddiye alan “müşteri” çıkıyor. Bu açıdan bakınca internetin “sakıncaları” üzerine alabildiğine yazabilirim. Ama bugün işin gülümseten tarafına değinmek istiyorum. Her hafta pazar günleri bu köşeye pek çok kişinin gülerek okuduğu yazılar koymaya çalışıyorum. Tabii bunların hepsi de benim “çok akıllı” beynimden çıkmıyor. İnternet denilen şu çağın aracı da çok yardımcı oluyor. Örneğin, mizah yeteneği çok gelişmiş okurlar var. Yıldırım Tuna, Giray Ertuğrul aklıma ilk gelen isimler.

Tabii bir de internette gezen espriler var. Bunların çoğunun yazarı bile belli değil. Bazıları toplama. Bazıları esprili birinin üretip arkadaşına gönderdiği mesajın gruplar aracılığı ile yayılması. Ama sonuçta çoğu pek keyifli pek güzel.Zaman zaman bunları Vatan okurlarıyla paylaşmamı eleştirenler de çıkıyor. Örneğin diyorlar ki: “Kardeşim bunların hepsi internetteki geyikler, herkes biliyor, sen niye sayfana koyuyorsun.” Buna cevabım şu oluyor: “Evet internetle çok haşır neşir olanlar bunları bilebilir. Ama bir de gazeteyi fiili olarak alan, internetteki bu geyikleri görmeyen ya da o sırada ilgi uymayan pek çok kişi var. Sonuçta bir pazar gününü keyifli geçirmek istiyorum herkes gibi.
Ayrıca öyle bazı fıkra ve epriler var ki, insan bilse bile yine de gülüyor.” Bunun dışında bir de internette gezinen, benim pek rağbet etmediğim kimi geyikler ya da efsaneler var. Örneğin, çayına ilaç karıştırıldıktan sonra kaçırılan, iki böbreği alınan insanlar. Ya da sinemada yan koltukta oturan birisinin AIDS mikrobu enjekte etmesi. Veya bir mesajın 7 kişiye gönderilmesi halinde çok para kazanılacağının ileri sürülmesi.İşte yine kimliği belirsiz bir okur internetteki bu geyik ve efsanelerden yola çıkarak bir mektup yazmış. Tabii bu esprilerin çoğunu internetteki geyikleri bilenler anlayacaktır ama bilmeyenlerin de anlamaması mümkün değil zaten.
Birlikte okuyalım:
İletmezsen Ölümü Gör Bu zamana kadar bana zincir e-posta gönderen tüm dost ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim...
* Sayelerinde tuvalet temizlemekte kullanıldığını öğrendiğim kolayı içemez oldum.
* AIDS virüsü taşıyan iğneler kıçıma batar korkusuyla sinemaya gidemez oldum.
* Deodorantlar kanser yapıyor diye artık domuz gibi kokmaya başladım.
* Telefon hattımı kullanıp bana borç takarlar korkusuyla telefonlara da cevap vermiyorum.
* İçinden fare ya da fare zehiri çıkar diye kutu içeceklerin hiçbirini içmiyorum.
* Çok sevdiğim içkime ilaç koyup beni uyuturlar, organlarımı çalarlar ve buz dolu bir küvetin içinde uyanırım diye bana yaklaşanları da tersliyorum.
* Neyim var neyim yoksa satıp hastanede yatan ve büyük ihtimalle ölmek üzere olan çocuklara yatırmayı düşünüyorum.
* Mail listesine katılırsam alacağım söylenen para, bilgisayar, cep telefonu ya da gezileri beklemekten de evden dışarı çıkamaz oldum.
* Bir maili ’forward’etmedim, başıma ne belalar gelecek diye korkuyla beklemekten ruh sağlığımı da kaybettim.
* Yerli malı kullanacağım derken marketlerde barkodu 869 ile başlayan ürünleri aramaktan gözlerimin biraz daha bozulduğunu fark ettim.
* Sevgili dost ve arkadaşlarımdan gelen “lütfen okuyunuz”, “çok önemli”, “aman virüse dikkat”, “bilmem kim para dağıtıyor”, “en az beş kişiye yolla”, “inanmadım ama doğruymuş”, “kişiliğini test et”, “tıkla para yolla, tıkla yardım et”, “bilmem kim seni gözetliyor”, “bilmem kime mail at, haddini bildir”, “onu yeme bunu ye” şeklinde başlayan kerameti kendinden menkul, nev’i şahsına münhasır bu mailler sayesinde hep beraber “kafayı çizme” ye ne kadar yakın olduğumuzu da müşahade etmiş oldum.
ŞİMDİ: Eğer bu yazıyı 60 saniye içinde 1200 kişiye göndermezsen bilesin ki bir kuş sabah akşam kafana edecek ve hayatı sana dar edecektir.
Bir Dost...

*****Erkeklerin kadınlardan ricasıdır
* 8 hafta süren baş ağrısı olamaz, bir doktora gidin.
* Alışveriş yapmak zevkli değildir ve asla da olmayacaktır.
* “Beni seviyor musun?” diye sormayın. Emin olun ki sevmesek yanınızda bir saniye bile durmayız.
* Bizden sizinle aynı üzüntüyü çekmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın işidir.
* Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyerseniz giyin, size çok yakışıyor, yemin ederiz. O yüzden bir daha sormayın.
* Biz erkekler basitizdir. Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak, aslında ekmeği getirmenizi istiyoruzdur. Bundan “ekmek masada değil” diye bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın.
* Eğer 2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kötü ve sizi üzecekse, kesinlikle öbür anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın.
Eğer bir şey istiyorsanız sormanız yeterli. Bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Biz erkekler öyle farklı anlamlar taşıyan dolaylı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin.
* Eğer şişmanladığınızı düşünüyorsanız büyük ihtimalle şişmanlamışsınızdır zaten.
* 30 çift ayakkabınızdan hangisinin kıyafetinize uyacağını sormayın, bilmiyoruzdur. Sormayınız.
* Evi temizleyip yorulduktan sonra, yüzünüze bakılmayacak haldeyseniz, yaptığınız temizliğin bizim için bir anlamı yoktur, takdir beklemeyin. Temiz bir evden önce güzel en azından bakımlı görünen bir kadınla bir evi paylaşmak daha anlamlıdır.
* Size “neyiniz var” diye sorduğumuzda, “hiçbir şeyim yok” derseniz size inanırız, bizim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa doğrudan söyleyin sonra bizi anlayışsız durumuna düşürmeyin.

*****
Bakanlık mührü
İyi yetişmiş, saygın bir ailenin oğlu “helal süt emmiş” temiz bir kız aramaktadır. Günün birinde bir kızla tanışır ve evlenmeye karar verir. Yalnız bir şartla: Bekaret kontrolü yapılacaktır.Kız daha önceki ilişkileri nedeniyle bakire değildir ve ne yapacağını bilemez halde en yakın arkadaşına durumu açar. Arkadaşı “Korkacak ne var. Git bir kasaba herhangi bir etin zarından bir parça iste. Getir onu bizim tanıdık bir doktor var, kızlık zarını diktiririz” der. Kız arkadaşının dediğini aynen yapar.Bir süre sonra erkeğin ailesi ile birlikte bekaret kontrolü için doktora giderler. Doktor kızı muayeneye başlar ama bir süre sonra “Allah! Allah” diyerek geri çekilir. Tekrar bakar, tekrar şaşkın bir halde geri çekilir. Erkeğin annesi “Hayrola doktor bey, bir sorun mu var, yoksa kız bakire değil mi?” diye sorar.Doktor bir süre düşündükten sonra cevap verir: “Bakire olmasına bakire de benim anlamadığım sağlık bakanlığı mührünün burda ne işi var?”
*****
Daha varmı? derseniz burda

Pazartesi, Kasım 10, 2008

Cuma, Kasım 07, 2008

YAŞAM PINARLARIM


Doğumla ölüm arasında sıkışıp kalmaktan yorulduğumda, acımasızca sıyrılmak istedim hep zamandan.
Bu yolda uğradığım tüm limanların yalan, sığındığım tüm koyların fırtınalı olduğunu öğrendim.
Sessizliğin sesinde huzur aradım, olmadı! Gürültülerle boğuştum.
Tebessümler, kahkahalar, dostluklar sahteydi...
Ağlamalar, feryatlar, çırpınışlar gerçek...
Yüreğimde selleri çoşarken, sevgi susuzluğunda kaybolduğumu farkettim.
Değerliydi her an'ım, incitmekten korkardım. Ben korktukca, acımadı yaşam har vurup harman savurdu yıllarımı.
Kimseye değildi kırgınlığım, olamazdı!
Yaşamdı bu çözemediğimiz, beni bizleri istediği yere savuran.
Çok kez mechula giden karanlığı düşledim. Daldığımda o karanlığa, giden sevgiler tek tek dizilirlerdi karşıma.
Sanki " gel dönme arkana" der gibiydi bakışları.
Gitmekmiydi? Dönmekmiydi? İstemek.
Karanlığa koşmak mı? Aydınlıkta kalmak mı?Oysa!
İstemek değildi kabullenmekti yaşam.
Seninle sensizliği özler gibi...
Karanlıkta sakladığım sevgi, güneşle aydınlığa kavuştuğunda kafesine sığmayan kuş olur yüreğim.
Kırar karanlığı pırıl pırıl parlayan yıldızlarım.
Çerçevedeki o fotoğraflar, duvarlara sinmiş kokular, bir top bir araba.
Hecelere bölünen, müzik çağrışımlı sesleniş.
Beni çağıran o ses, içimi ısıtan bir bakışla ellerime uzanan küçük yumuk bir el.
Ne yana dönsem her daim yanımda yorgun bir yürek.
Canımdan can olanlar, bana can tattıranlar.
YAŞAM PINARLARIM'dır,
Beni hayata bağlayanlar...
.
Öykü Atölyesi
Kelime MED-CEZİR

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...