Pazartesi, Kasım 19, 2012

YENİ OYUNCAĞIM


"Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır."
Virginia Woolf


Teknolojiyi çok geç yakaladım. Tabi bunda ne benim dünyaya erken gelişimin ne de teknolojinin benim yaş almamı beklemesinin bir suçu yok.Yani suçlu kimse yok.
Ama en azından ucundan yakalamış olmak bile çok güzel. Anneciğimi düşünürsek, bugün evlerde kullandığımız tüp diye tabir ettiğimiz likit gazı bile görememişti, sanırım böyle bir ateşte yemek yapmayı hayal bile edememiştir. Şimdi ise teknoloji öyle bir hale geldi ki kolaylıkla ilerisi için hayalini dahi kurabiliyoruz.

"Her kadının kendine ait bir odası olmalıdır." sözünden yola çıkarak emekli olduktan sonra kendime ait o odayı ilk önce kafamda oluşturdum. Evin bir odası değildir bu benim için, öncelikle kafada olması gerek o odanın. Eğer dört duvarla çevrili bir odada kendin değilsen odanın sana vereceği hiç bir şey olmaz. Gerçi yavrularımın kendi evlerini kurmaları sonucu boşalan odalarına da el koymuştum bu arada.

İlk önce, çok okumak istediğim, çalışmanın ve ev yaşamının verdiği zaman darlığından çok okuyamadığım kitapların içinde buldum kendimi. Hızımı alamaz gibi okuyor ve hatta hiç alışmadığım zaman bolluğundan ne yapacağımı bilmez bir durumda kendimi çok severek yaptığım dikiş ve örme hobilerime kaptırıyordum.

Önceleri kendime ait odalarımda diktim, ördüm, okudum.
Bir müddet sonra belim ve boynum izin vermeyince dikişi kaldırdım, örmeyi azalttım. Araya boşluk girmişti ki! İnternet'le tanıştım.

2007 yılında yavrularımın da blogları olan bir siteyle tanıştım, bu sitede binlerce blog vardı. Sitedeki bloglar hem bloglarında ikamet edip hem de bahçesinde geziniyorlardı. Sevdim...

Hemen bir blog aldım ve kapısına ismimi yazdım. Şimdi artık gerçek kendime ait bir odam vardı da ne yapacaktım?
Profilimde yazdığım gibi, içimden ne geliyorsa yazıp anılası bir şeyler bırakacak, paylaşacak, unutulmamayı sağlayacaktım:)

Yeni oyuncağımı çok sevmiştim. Artık beynimi işgal eden anıları satırlara döküp yenilerine yer açabiliyordum. Bu sayede km.ler ötesinden ve hatta binlerce km.ler ötesinden dostlarım oldu. Alt komşu, üst komşu değildi kendime ait bu odada, dünya girmişti odama.
Doyumsuz bir şekilde kitaplar haricinde "tık" okumasına da doyamıyordum.

Teknoloji bu, durur mu yerinde, bir sürü paylaşım siteleri açıldı arka arkaya. Yeni bir oyuncak sevincinle yine hemen birine el koydum. Farklı değildi blog'dan ama olsun niye eksik olayım ki!

Yazdım, çizdim, okudum, paylaştım-da, beynimdeki kendime ait odada kendime yetmemeye başladım. Bir kadın olarak Shakespeare gibi bir dahi çıkmayacaktım tabi ki!
Ama en azından ucundan yakaladığım teknolojiyi tepe tepe kullanacaktım kendime ait odamda.

Yeni oyuncağım mı?
BURADA

Perşembe, Kasım 15, 2012

İMZA : 114 KADIN


"Siz babanıza mektup yazın, biz mektupları kitaba dönüştürelim, gelirini de bir çocuk daha okusun diye YEKÜV'e bağışlayalım" diyen ve böyle bir  projeye yüreğini koyan üç cesur kadının peşine takılıp kağıdı kalemi elimize aldık ve babalarımıza birer mektup hazırladık.
Mektuplar yığını kitaba dönüştü ve 15.11.2012 tarihinden itibaren de tüm kitabevlerinde satışa hazır duruma geldi.

Kimimizin babası kitabı eline alacak, okuyacak ve belki de kızının söylemek istediği ama söyleyemediği satırlarda babalığını sorgulayacak, mutlu olacak, ağlayacak ve belki de kahkahalarla gülecek.
Bunu şimdilik bilmiyoruz, kitabı elimize aldığımızda, tek tek mektupları okuduğumuzda tüm okuyucular olarak bizlerde belki ağlayacak, gülecek, hüzünleneceğiz.

Kimimizin babası adına yazılan mektupları okuma mutluluğuna erişemeyecek ama eminim ebedi istirahatgah'ında huzur bulacaktır.

Babama çoook çok özlem duyduğum bir babalar gününde, onunla konuşmak ihtiyacı hissetmiş ve ona anlatmak istediklerimi yazarak onu anmak, içimi yakanları duymayacağını bile bile paylaşmak adına bir mektup hazırlamıştım.

Karşıma çıkan bu projeyle mektubumu kitap sayfalarına taşınmasına sebep olan, projeye yüreğini, değerli zamanlarını koyan Banu Özkan Tozluyurt, Selgin GB ve Esra Aylin Akalın'a sonsuz teşekkürler...



KIZLARINDAN BABALARINA  MEKTUP VAR!
Babalar ve kızları arasındaki o çok özel, kızların tüm yaşamlarındaki en önemli düğümlerden biri olan ilişkiyi, kızları babalarına mektup yazarak anlattılar.

Bir zamanlar babalarının küçük kızları olan üç kadın ‘Hadi’ dedi ve çeşitli yaşlardan, farklı kesimlerden, ayrı görüşlerden, içlerinde tanınmış isimlerin ya da tanınmış babaların kızlarının da olduğu yüzden fazla kadın kağıdı kalemi eline alıp yaşamlarındaki ilk erkeğe, babalarına yazdıkları bir sayfa mektupla onların kendileri için ne kadar önemli olduğunu tüm yalınlığıyla ortaya koydular. Kimi ‘babam keşke hayatta olsaydı,’ diye iç geçirirken kimi ‘zamanında keşke yan yana dururken daha fazla anlatıp birbirimizi dinleyebilseydik,’ diyordu.  Bu hayata hazırlanırken babası kimine güçlü bir dayanak olmuştu, kimisi içinse babası hatırlanması bile  sonsuz acılar veren, en ufak tereddüt duymaksızın küçük kızını terk edip gitmiş bir adamdı.

Bir bakıma hepsi için tek bir gerçek vardı: içlerindeki küçük kız çocuğu salıncakla gökyüzüne doğru yükselip saçları rüzgarla savrulurken arkasında durup onu sallayan adamın güçlü kollarının öne doğru her gidişte kendisini daha yükseğe çıkaracağından emin olmak, salıncaktan inerken bir yeri incinmesin diye elini tuttuğunda onun avucunun sıcaklığını hissetmek istiyorlardı.

Geliri 21.Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı (YEKÜV) kanalıyla, çocukların eğitimi için bağışlanacak olan bu kitap, belki de daha önce ortaya konmamış “nasıl bir kız babası" olunacağının bir kılavuzu niteliğinde.


Arka kapaktan:

Farklı sosyokültürel yapılardan, yaşları 8 ile 75 arasında değişen, babalarının hiç büyümeyen kızları, babalarına tüm söylemek istediklerini birer mektupla anlattılar. Ve sonunda tüm kız babalarına nasıl olmaları ya da olmamaları gerektiğini anlatan bir kılavuz oluşturdular. Bu 100’ü aşkın mektubun arasında yakından tanıdığınız bazı babaları bir de kızlarının gözünden okuyacaksınız…
Kolektif mektuplardan oluşan kitaplar serisinin ilki niteliğindeki “İmza: Kızın”ı okurken burnunuzun direğinin sızlamasına, yüreğinizin cız etmesine, dalıp gitmeye ve çoğu zaman gözyaşlarınızın akmasına hazırlıklı olun…
Banu Özkan Tozluyurt,Selgin GB,Esra Aylin Akalın


http://www.yekuv.org/


Not:
1-Ayrıca bu kitapta ünlü babaların ünlü kızlarının mektuplarını da bulacaksınız.
2-Babanıza henüz mektup yazamadığınız için geç kalmış değilsiniz. http://imzakizin.com/ adresine uğradığınızda mektuplarınız yerini bulacak



Cumartesi, Kasım 10, 2012

Pazartesi, Kasım 05, 2012

SAKLANAN YILLAR


Oturduğu koltuktan hızlı bir hareketle kalktı ve konsola doğru ilerledi, konsolun başında bir an sendeledi ya da ben öyle sandım, hemen kalkıp kolundan tutmak istedim ama yok! sendelememişti. Aniden durduğunda yapmak istediğinde kararsız kaldığını anladım o zaman.

Sonra konsolun alt kapağını açarak bir kutu çıkardı.
Bu şimdiki zamanımızın cicili-bicili kutularına hiç benzemiyordu, yılların yorgunluğunu üzerinde taşıdığı halde halen iş gören, çok çook eskiden inatla günümüze gelmiş olan gri renkli saman kartonu bir kutuydu.

Oturduğum kanepede kendine de bir yer açıp oturdu ve karton kutuyu aramıza koydu. Kutuyu hatırlamıştım, birbirimize gözlerimiz takıldı, kolay ağlayan ben gözyaşlarıma engel olamadım. Kalktı yanıma geldi bana sarıldı.
"Ne çok seversin ağlamayı, geçmişi konuşurken aklıma geldi birden, birlikte hem bakar hemde anıları tazeleriz" dedi, canım kardeşimle anılarımıza döndük.
Sonra kutuyu açtık, içinden kaybolduğunu sandığım yıllarım çıktı. Ucu yırtılmış bir resim, otuz yılı aşan bir banka cüzdanı, çizgili defter sayfasına karaladığım tamamlanmamış olduğunu tahmin ettiğim ve hiç aklımda kalmayan bir şiir, emek sinemasının bir bileti, gazetelerden "aklınızda bulunsun" köşesinden kesilmiş bir sürü bilgi, bir iki haber satırları v.b.

Her biri yılını-gününü-anısını yanına alıp karşıma dizildiler. Güzel yıllar, gençlik yılları, unutulmayacak yürek çarpıntıları, başımda esen kavak yelleri, baba evinin küçük anası.

Onlar buraya aitti baba evine, baba evinde geçen yıllarımı yine baba evinde bırakıp evime döndüm.

Eve döndüğümde baba evinde saklanan yıllarımın ardından kendi evimde saklanan yıllarımı aradım. Elim gayri ihtiyari "geçmiş zaman olur ki" adını verdiğim dolaba gitti.

Fotoğraf albümleri-alınan eşyaların garanti belgeleri-faturalar klasörü-sözleşme klasörü, eski kasetler kutusu, prensesimin; dedesi tarafından altı yaşına kadar tuttuğu bebeklik günlüğü gibi.
Ama benim elim o kutuyu aradı. Yine çok geride kalmış bir kutu. Bugün adı bile anılmayan şişe cam'ın 12 adet çay bardağı kutusu. Açtığımda ilk çıkan çalışma hayatımda kullandığım 30 yıllık sigorta kartımdı,numarayı biliyorum da fotoğraf çok yabancı geldi, dikkatli bakınca tanıdım, benmişim.

(Aynalar yalan söylemez denir hani, hadi canım aynalar dünü ne bilsinler ki yalana başvursunlar,duygusuz onlar sadece anı yansıtırlar, bir saatleri bir saatlerine uymaz bakarsan bağ bakmazsan dağ gibi yansıtırlar.)

İşte! 40 yılı geride bırakan bir evlilik cüzdanı,
Bebeklerimin, babalarının yıllarını verdiği bankaya ait sağlık karneleri,
Eşimin banka yaka kartı, üzerinde halen duran mandalı ve kordonuyla,
Bebeklerimin doğduğunda el yazımla yazdığım dört mısralık şiirleri,
İki adet eski defter görünümlü nüfus cüzdanı, benimkinin üzerinde ilkokul numaram yazılı,
Anneciğimle, babacığımın mezarlık tapusu ve ödeme makbuzu,

(Beylerbeyi'nin tepelerinde, boğazın nazır en güzel yerde bulunan ebedi ikametgahlarında ne kadar daha kalırlar bilemem. Dilerim birileri bu güzelliği keşfedip rezidans yapmaya kalkmaz. Canlı varlıkları acımadan yok edenler cansız varlıklara ne kadar saygı duyabilirler onu da bilemem.)

Diplomalar, notlar, notlar...

Kutu başında geçen zaman, yılları ortaya serdiğinde acısıyla, tatlısıyla, anısıyla karşımda şölene dönüştüler.

Anladım ki yıllar kaybolmuyor sadece saklanıyorlardı.


Görmek istediğinde ise böyle canlı canlı karşında duruyorlardı.




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...