Cumartesi, Ocak 30, 2010

İLGİNÇ Mİ???

Bu gün İstanbul'da hiç durmadan yağmur yağdı, bıkmadı! Bende bu gün hiç durmadan iş yaptım, bıkmadım! Oysa Sevgili Özlem'cimin bana göndermiş olduğu ve geciktirdiğim mim'i yazacaktım. Yağmur bitti, işler bitti, gün de bitti ama! yeni bir gün başlıyor nasılsa...

Yaz başıydı sanırım, bir blog ödülü ve içinde 7 ilginç yanlarımız olan bir mim dolaşmıştı. Bana da ulaşmış ve yazmıştım, bu yeni mim için de biraz yazma biraz eski postan kopyalama ile işte benim 7 ilginç yönüm...

İlginç mi? veya bana mı öyle geliyor?

Bilmiyorum! da ama bunları yaptığımda veya konuşma aralarında söylediğimde "çok ilginçsin" diyorlar. Aslında hepsinin gereksiz olduğunu biliyorum da ilginç olduğu konusunda kararsızım...


Ben hiç bir canlıyı üzemem, kıramam ve asla eziyet edemem. Sözlerime öyle dikkat ederim ki, konuşmakta bocalarım. Ve hatta cansız varlıkları bile, gerek ev eşyası, gerek giysileri bile sever okşar, oradan oraya atamam. Bir örümcek bile görsem severek elime alır ait olduğu yere bırakırım. En büyük fobim faredir, çok korkarım ve tiksinirim, yolda ölüsüne rastlasam yolumu değiştirir ama yine de çok üzülürüm. Yolda ayak altında öldü diye.
Ama nedense kendime eziyet etme konusunda üstüme yoktur sanırım. Bilinç altı eziyet duygumu acaba kendimden mi çıkarıyorum? da rahatlıyorum?


Karar sizin;

1-Hergün birkaç kez mutlaka dolabımı ve çekmecelerimi kontrol ederim, mutfak çekmeceleri de dahil olmak üzere. Acaba düzeni bozulanlar var mı? diye. Çekmece açılınca ve hızlı kapama durumunda kayarak düzeni bozulur ya!

2-Eğri, yamuk, kaymış hiç bir şeye tahammülüm yoktur. Simetrik olmalıdır herşey. Nerede olursa olsun düzeltmek için elim gider. Çok yorgun olsam bile oturduğum yerden kalkar, gözüme takılan milimlik eğriliği düzeltirim. (Geçen gün kırk dakikalık otobüs yolculuğumda eğri duran bir tabela gidene kadar yolu burnumdan getirdi.)

3-Kapı zili ve tlf. sesi uyarıcımdır sanki. Kimin evine gidersem gideyim, çalan kapıya veya çalan tlf.na bakmak için hemen harekete geçerim...(Neyime gerek, hiç anlamış değilim.)
 
4-Ne kadar hasta olursam olayım, çok ağır değilsem yatamam. Yatınca daha çok hasta olacağımı sanırım. (Ameliyat sonrası yoğun bakımdan çıktığımda, sondayı alın yüreyeceğim diye tutturmuştum ve kalkmıştım.)

5-Diplere, köşelere, hemen kalkamayacağım yerlerde oturamam. Heran kalkacak gibi uçlara oturur, hareket halinde olmayı tercih ederim...

6-Uykum gelse bile (genelde kolay gelmez.) uyumamak için mücaadele veririm. Uykunun yaşamdan çalınan zaman olduğunu düşünürüm. Ne kadar az uyursam, (bilhassa gece yatışlarında) o kadar çok yaşadığımı ve bir o kadar da zaman tasarrufu yaptığımı kendime inandırmaya çalışırım...

7-Ne olursa olsun tüm olumsuzluklarda kendimi sınarım ve karşımdakinin durumunu "acaba" larla yok etmeye çalışırım...

Öyle ki! (Aslında ülkenin durumu çok iyi de! ve çok konuşan büyük memurlarımızın söylemleri sonucu yandaşların artması, neredeyse tüm yazar çizerlerin inanması, emekli maaşını alanların zam almadığı halde "buna da şükür" demesi, asgari ücretle çalıştığını bunun 186 tl. gelen elk faturasına nasıl yetsin diye avaz avaz bağırdığını duyduğum zaman bile "acaba bendemi bir bozukluk var, onlar belkide haklı) diyecek kadar...


Yaşamın Kıyısından Sevgilerle...
 
 



Perşembe, Ocak 28, 2010

EKMEK VE LOR PEYNİRİ...


Sonuna kadar okunmasını gereken bir yazı...





Sürekli ve hiç durmadan EN BÜYÜK MEMURLAR konuştu...konuşuyor...konuşacak. Bir(1) kerede EN KÜÇÜK MEMUR konuşsunda bir dinleyin... Bir süre önce Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar yaşaması ve güvenliği konusunda çok önemli bir askeri operasyon daha yapıldı. Ve BİZ ler yani bu güzel ülkenin AYDINLIK insanları öz çocuklarımız olmasa bile ENDİŞE içinde iyi ve güzel haberler bekledik... Ve nihayet operasyon BİTTİ ve EVLATLARIMIZ sağ salim ülkeye döndü diye sevindik... 27 tane CANIMIZ ise cennette bizleri bekliyor... Bu kritik günlerde SORUMLULARDAN gelecek her açıklama bizler için çok önemli idi... Ve aynı gün SORUMLU kişi "ulusa sesleniş" adlı konuşmasını (rötüşlu) olarak yapacaktı... Her zaman ki gibi masal anlatacak diye bakmak istemedim ama önemli bir operasyonun hemen sonrası da "yapmaz öyle şey" diye ekran başına geçtim... Yüzü asıktı... Yitip giden canlar için sandım...sonradan ortaya çıktı sebebi başka imiş!.. Konuşmanın 5-6 dakikası operasyon ile ilgili laflardan oluştu...geriye kalan 10-15 dakika ise İCRAATLAR!... Şimdi bunun yeri miydi? Şehit acıları ile kıvranırken BAŞARISIZ İCRAATLARI anlatmanın yeri miydi? Şöyle bir günde de PROPAGANDA yapılılır mıydı? Nasıl utandım anlatamam... Ekonominin SÜPER-HARİKA-MÜTHİŞ olduğunu ve uçtuğumuzu ballandıra ballandıra anlatmaya başladı... Tüm ülkenin operasyon ile ilgili önemli açıklamalar beklediğini bildiği ve ÇOK REYTİNG alacağını tahmin ettiği günde seçim meyadanındaymışısız gibi anlatmaya devam ediyordu... Allahtan eşimle ben çocuklarımızı erkenden yatırmıştık... İkimiz bir an öyle dalmışız ki sanki başka ülkede yaşıyormuşuz gibi olduk... Ekrandan gelen "inşaallah" sözü ile irkildik... Ve birbirimize bakıp acı acı gülümsedik... Bizi çok utandıran ama sahibini utandırmayan konuşma bitti...demek ki BİZ de bir sorun vardı... Televizyonu kapattık... Çok yorgunduk... Eşim bana küçük bir öpücük verdi ve erkenden yattı... Ben kanape üzerinde öyle kaldım... Bir iki dakika sonra balkona çıktım... Çevremdeki binlerce apartmanın ışıklarına baktım... Onlarda bu ülkede yaşıyordu...ve GERÇEĞİ onlarda görüyor mu? diye merak ettim.... Ya görmüyorlarsa? diye endişeye kapıldım... Ve hayatımı gözden geçirmeye başladım... Kimbilir belkide bir yerlerde hata yapmıştım... Gerçekten SÜPER-HARİKA-MÜTHİŞ bir hayatım vardı da ben mi göremiyordum? işte hayatım; her sabah 6:00 da kalkıyorum... Eşofmanlarımı giyiyorum ve cebime bir poşet alıp ucuz ekmek yemek için HALK EKMEK kuyruğuna doğru yola çıkıyorum... Eşofmanla spora gidiyormuşta dönüşte ekmek alıyormuşum gibi yapıyorum.. Nedense her sabah MECBUR olduğum için ucuz EKMEK almaya gidiyorum demekten utanıyorum.. Dönüşte sokağın köşesine gelince elimde poşet koşarak apartmana gidiyorum... Komşularım "spor yapıyorum" diye bana imreniyor!... Eve gelince terli terli hemen banyo yapmaya giriyorum demek isterdim ama bunuda yapamıyorum... Yüksek SU faturasından dolayı önce havlu ile kurulanıyorum sonra ucuz parfümüm ile kötü kokumu kapatıyorum... Eskiden SU faturası daha az gelirdi..şimdi daha çok... Sonradan öğrendim GERÇEĞİ... Eskiden aylık gelen su faturaları şimdilerde 40-42 günde geliyor... 4 kişilik ailenin aylık(30 gün) su ihtiyacı ortalama 25-28 tondur...ve bilindiği gibi 30 tonu geçtiğinizde ZAM lı tarife uygulanır... Ve 40-42 günde gelen fatura ZORUNLU olarak ZAMLI geliyor ve ben kullanmadığım suyunda parasını ödemek zorunda kalıyorum... Böyle olunca çocuklar (bir kızım bir oğlum var) haftada 2 defa biz eşimle 1 defa yıkanarak tasarruf yapmaya çalışıyoruz... Eşimde benim gibi 6:00 da kalkıyor ve bize kahvaltı ve çocuklarımıza okulda yemeleri için EKMEK ARASI bir şeyler hazırlıyor... Okul kantininden her istediklerini almalarını isterdim ama bu maaş ile mümkün değil...(4 yıllık fakülte mezunuyum...ingilizcem iyi derece) Çocuklarımız önceleri bundan utandı...(malum tüketim kültürü ve reklamların etkisi ile) ama onlara, daha sağlıklı olacaklarını, büyüğünce daha az sivilceleri olacağını güzel bir dille anlatınca anladılar...paramız az olduğunuda çok iyi biliyor ama asla bunun rahatsızlığını bizlere yansıtmadı benim güzel çocuklarım... Hatta sağlıklı olma konusunu arkadaşlarınada öyle güzel anlatmışlar ki ; "EKMEK ARASI grubumuz bayağı kalabalık oldu baba" diye anlatıyorlar... Aynı şeyi bazı günler bende yapıyorum. İş arkadaşlarım öğle yemeğinde İSKENDER KEBAP falan yemeye gidelim dediklerinde rejim yapıyorum diyorum...ve yılın yarısında hep rejim yapıyorum! Ne de güzeldir İSKENDER KEBAP...ama ona vereceğim 10 YTL ile çocuğuma bir kitap ya da eşime bir bluz alabileceğim düşüncesi ya da 750 gram kıyma alıp köfte yapıp ailece neşe içinde yeme düşüncesi İSKENDER KEBAP dan çok daha güzel... Ben bunları düşünürken benimle aynı durumda olan memurun aldığı RÜŞVET e "bahşiş" diyen devlet adamını görünce tüm neşem kaçıyor...umudum kırılıyor... Utanıyorum... İş çıkışı alış verişi her zaman ben yapıyorum... Hangi mağazada hangi günler ve saatler ucuz mal bulunur ezberledim artık... Ayrıca eşimin ağır paketleri taşımasına gönlüm razı olmuyor... Memur olduğum için her zaman takım elbise giyiyorum ve her zaman çok temiz olmaya çalışıyorum.. Hep dış görünüşe göre karar veririz ya benide gören ayda milyarlar kazanan bir adam sanır(maaşım laf aramızda 1021 YTL) sadece evimin kirası 415 YTL ise varın gerisini siz düşünün) Alış veriş bazen o kadar zor olabiliyor ki... Kilosu 7-8 milyon olan Beyaz Peyniri her zaman alamıyorum ve çoğu zaman kilosu 2.5 YTL olan "Lor Peyniri" almak zorunda kalıyorum...gerçi tadı hoşumuza gidiyor artık ama satıcıdan isterken içim biraz buruk oluyor.. Şimdi onunda yolunu buldum ; BÖREK için aldığımı söylüyorum... Geçen gün satıcı "abi sizin evde ne çok börek yapılıyor" dediğinde ne diyeceğimi bilemedim... Sabahları apartmanda sucuklu ya da pastırmalı yumurta yapanlar oluyor....öyle güzel kokuyor ki..ama kilosu 16 YTL olan sucuk veya kilosu 40 YTL olan pastırmayı almak bizim aile için artık hayal...sadece bayram sabahlarında sucuk alabiliyorum çocuklarıma... Pastırma koktuğunda eşim ve ben hemen başlıyoruz: "ıyy ne biçim koktu..iğrenç...".. Çocuklarımıza böyle "oyunlar" yapmak hiç hoşumuza gitmiyor ama MECBURUZ... Benimde babam memurdu..ve en son pastırmayı 11-12 yaşımda güneşli bir bayram sabahı yemiştim...tadı hala damağımda... Çocuklarım 8 ve 10 yaşlarında..ve onlar daha hiç pastırma yemedi... Eskiden semt pazarlarında sebze-meyve çok uygun olurdu ve tatil günlerimde hiç üşenmeden giderdim...artık FIRSATÇI aracılar yüzünden oralarda bozuldu... Kış mevsiminde kış sebze-meyveside alamzsam ne alıp götüreceğim ben aileme? Kereviz 4 YTL... Ispanak 2.5 YTL..elma 3 YTL.. Portakal 2 YTL...bu yıl hiç mandalin alamadım hem kilosu 3 -3,5 YTL hem de çok az var...bahanede hazır: SOĞUK varmış... Bilinçsiz tarım politikası demiyorlarda... Haftada 2-3 gün bol bol greyfrut alıyorum ve suyunu sıktıktan sonra şeker katıp içiyoruz... Hem çok yararlı hem de kilosu 0,45 ytl... Mağazalar haftada bir gün ucuz meyva-sebze sattığında izdiham oluyor...ve o günlerde ben mesaide olduğum için koca koca poşetleri taşımak zorunda olan eşim için üzülüyorum... Çocuklarım sabahları ekmeklerine krem çikolata sürmeyi çok seviyor...ve ben 500gramı 6 YTL olan "gerçek çikolata" yerine 500gramı 3 YTL olan ve içinde az fındık ve bol soya unu olan "sahte çikolatayı" alıyorum... Hiç seslerini çıkarmadan gülümseyerek yiyorlar... Her sabah mutlaka 1 bardak sütlerini ihmal etmiyoruz... Geçen gün paketin dibinde kalan bir bardak süte bir bardak SU ilave edip iki bardak süt! verirken eşimin gözleri dolmuş.... Ağlama dedim, senin suçun yok..."Light süt vermişsin" dediğimde gülümsedi... Okullar kapandığında ve çocuklarım her zamanki gibi çok iyi karneler ile geldiğinde ne yapacağımı şaşırıyorum...onlara ne yapsam az çünkü..ama imkanlarım kısıtlı ve aldığım hediyeler maddi değil manevi değeri fazla olan ÖZEL şeyler...belkide böylesi çok daha güzel... Geçen haziran ayında oğlum şöyle dedi: "Baba annem niye başını örtmüyor? Resmen dondum kaldım..ve korkarak sordum: Neden oğlum? Arkadaşlarıma yaz aylarında top, bisiklet, bebek ve bir sürü oyuncak veriyorlarmış..Ve o arkadaşlarımın hepsinin annesinin başı örtülü"... O kadınların hiç suçu olmadığını ve asıl suçun o oyuncakları dağıtıp OY İSTEYENLER olduğunu 8 yaşındaki oğluma anlatmak için o kadar çok çaba harcadım ki anlatamam... Gün içinde olan gelişmeleri ve doğru yorumları okumak, bilgi sahibi olmak hoşuma gidiyor. Ve bu amaçla hergün "gerçek gazetecilik" yapan gazetelerden bir tanesini almaya gayret gösteriyorum. Ama fiyatları 350 ile 750 Ykrş arasında değişiyor(ayda 12-20 YTL) Bununda çok uygun bir yolunu buldum... Bizim üst katta çok sevdiğim 750 YTL lik gazeteyi okuyan emekli bir hakim var ve gazeteyi okuduktan bir gün sonra atması için kapıcımıza veriyor. Bende kapıcımızdan 100 Ykrş a satın alıyorum.. Daha ne olsun değil mi? Bende okluduktan sonra başkalarıda okusun ve gerçekleri görsün umudu ile otobüs duraklarına bırakıyorum... Otobüs dedimde aklıma geldi... Şu bayramlarda BEDAVA OTOBÜS olayı var ya onu sanki lütfediyorlarmış gibi burnumuza sokmuyorlar mı? deli oluyorum... Sorması ayıp ama o OTOBÜSLER zaten benim kuruşu kuruşuna verdiğim VERGİLER ile alınmadı mı? Sen kimin malını kime satıyorsun? Arabam olmadığı için bayram günleri o bedava otobüslere binmek için eşim ve iki çocuğum ile kuyrukta bekliyoruz. Otobüs geldiğinde resmen birbirimizi ÇİĞNEYEREK biniyoruz... İçerisi sıkış tepiş ve bir adım atmak bile İMKANSIZ..ve onca insanın ter kokusu ile LEŞ gibi.. Otobüsten indiğimiz zamanki halimiz ile bindiğimiz zamanki halimiz arasında dağlar kadar fark var.. Saçımız başımız bozulmuş...kravat bir yerde ben bir yerde... Eşimin saçı arap saçı...ve üzerimizde YÜZ kişinin kokusu... Sevdiğimiz insanlara bayram ziyaretine gitmenin bedeli bile çok ağır.. Eğer taksi ile gitseydim 12 YTL tutacaktı ve ben şimdi 12 YTL tasarruf yapmıştım...o para ile bayram ziyaretine gideceğim dostlarıma bir demet çiçek aldım... Nezaketin bile bir bedeli olacağı hiç aklıma gelmezdi... Kurban bayamlarında dinimin gereği olan kurbanı kesemiyorum.. Ve komşularım kurban eti gönderdiğinde hem mahçup oluyorum hem de çocuklarım ve biz doya doya ET yiyeceğiz diye çok seviniyorum... Geceleri çocuklar yattıktan sonra hemen tüm elektirik ampüllerini kapatıyoruz... Elektirik faturası o kadar çok geliyor ki anlatamam... Bu "zorunlu karanlık" beni ve eşimi hiç rahatsız etmiyor çünkü çok romantik bir ortam oluyor..Pollyanna olduk vesselam... Evimde bilgisayar ve internet yok... Tek lüksüm pazar günleri öğleden sonra mahallemizdeki internet cafeye gitmek ve 2-3 saat internetteki güzel haber siteleri ve vatanın iyiliği için çaba harcayan PLATFORMLARDA zaman harcamak...dostlar ile buluşmak...bilgiyi ve endişeyi paylaşmak..umudumuzu canlı tutmak amacı ile nacizane güzel yazılar yazmak (şu anda okuduğunuz yazım gibi...) Siteler arasında gezerken beni çok etkileyen bir yazıya rastladım... Bu yazıda KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN o büyük kahramanlarının savaş sırasındaki yemek mönüleri vardı... Sabah: bir tas çorba,yarım ekmek... Akşam: Patates,varsa ekmek... bir başka gün... Sabah: Lapa... Akşam: Peksimet ve çay... Tam bu yazının etkisinde iken başka bir sitede 2008 yılında Afrikada yaşanan bir DRAM fotoğraflar ile gözler önüne seriliyordu... Fotoğraflarda kerpiçten yüzlerce ev var..ve her evin damında yaptıkları EKMEKLERİ güneşte kurutan insanlar... Önceleri normal gelen bu resimlerin altındaki bilgi notunu okuduğumda SARSILDIM... Afrikadaki o insanların HER ÖĞÜN yediği EKMEĞİN tarifi: TOPRAK su ile karıştırılır ve ÇAMUR haline getirilir... Bu ÇAMUR bir tülbentten geçirilerek içindeki TAŞ ayıklanır ve içine YAĞ, TUZ varsa ŞEKER(şekeri çok zenginler koyabiliyormuş ya da özel günlerde) koyularak bir hamur elde ediliyor.. Ve bu hamurdan daire şeklinde parçalar kesilip güneşte kurutulmaya bırakılıyor...ve bu yapılan EKMEK! para ile satılıyor... Yıl 2008... DÜNYA...ve ben o dünyadaki gelişmişliğin simgesi olan internet cafedeki bilgisayar önünde ŞOK olmuştum... Bu duygular ile eve giderken yolumun üzerindeki ucuz mallar satan markete uğradım ve çocuklarıma 3 ay sonra ilk defa bir kavanoz "gerçek bal" aldım... Sürekli almak isterim ama bir kilo "gerçek bal" ın fiyatı 12-13 YTL..ve o Afrikalıları düşündüğümde buna da şükür dedim... Eve gittiğimde yine bir çok gün olduğu gibi MAKARNA yapmıştı eşim ve yanınada güzel bir salata... Ayın nerede ise 12-13 günü makarna ve bulgur yemek zorundayız... Gerçi bulgur geçen yıla göre %100 arttı ama olsun... Eşim o kadar becerikli ki her zaman yaptığı o farklı ve güzel makarna sosları yüzünden makarnadan hiç bıkmıyoruz...ya da bıkmıyormuşuz gibi rol yapıyoruz...ilk evlendiğimiz zamanları hatırladım da.. Ne güzel yemekler yapardı... Kıymalı börek... İçli köfte... Çeşit çeşit balık yemekleri...şimdi ancak özel günlerimizde böyle sofralar yapabiliyor ve biliyorum çok üzülüyor... Akşam haberlerde bu ayın enflasyon oranı açıklandı...ve SORUMLULARIN yüzümüze baka baka ALAY ettiğini görmek beni çok üzdü.. Enflasyon paketi denen şeyin içinde; serum-uçak lastiği-vida-kablo gibi hayatımızda belki de hiç almadığımız şeyler vardı... ŞEKER-UN-ZEYTİN-PEYNİR olmadıktan sonra %1 olsa ne yazar... Yıllardır sabahları balkonumun altına gelen kuşlara yarım ekmek civarı ekmeği ufalayıp verirdim...özellikle kış aylarında... Artık o yarım ekmeği bile verirken çocuklarımın beslenmesine mani oluyormuşum duygusuna kapıldıysam varın ötesini siz düşünün... Çocuklarımızın yaş günlerinde onlara "hediye" adı altında "ihtiyaçlarını" almak o kadar zoruma gidiyor ki...örneğin; kışlık kaban..çorap..pantolon... Ben bunları yaşarken MİLLETİN VEKİLİNİN! kendisini ,KAHRAMAN TÜRK ASKERİNİN VATAN İÇİN VERDİĞİ uzuvlar sonucu eriştiği mertebe olan GAZİLİK ile bir tutması ve GAZİLER ile aynı hakları kendisine tanıması ile utandım... 10 milyar maaşı olan bir vekilin bedava olarak hastahanelerde tedavi görmek için kendisini GAZİ ilan etmesi karşısında ben söyleyecek bir söz bulamadım... Ya ONBİNLERCE GAZİ ve GAZİ AİLESİ?... Ailece televizyon izlerken bazen öyle zor anlar yaşıyoruz ki... Hergün olan yemek programlarına denk geldiğimizde insan yaşadığı ülkeyi şaşırıyor.... Gelir düzeyi düşük olan halkın izlediği ve sayısı onlarca olan yemek programlarında bonfile-biftek-avakado dan bahsediyor ve ben çocuklarımın "canı çekmesin" diye hızlı bir şekilde kanalı değiştirmek zorunda kalıyorum... Bu yemekleri yapan sanatçıların! yaptığı SÜT banyoları... BAL masajları ise işin en acı ve komik tarafı... Tuvalete gittiğimizde 9 Litre su haznesi olan sifonu daha az çekmek ya da sifon çekmek yerine 3 litrelik yoğurt kabına koyduğumuz suyu döküp SU FATURASINDAN tasarruf etmek ne kadar insanca değil mi?... Yaz aylarında bir pazar sabahı ailece kahvaltı ediyorduk.... Ve bir süre sonra kocaman bir TIR evin biraz ilersinde durdu.. Ve yapılan anons sonrasında yüzlerce insan TIR ın önünde kuyruk oldu... VE içindeki görevliler! bir sürü paket dağıtmaya başladı...duyan geliyordu... Hatta görevliler kapı kapı dolaşmaya başladı.... Kocaman TIR ın üzerindeki "AMPUL!" resmini gören küçük oğlum; "baba bedava ampul dağıtıyorlar galiba bizde alalım mı?" diye sorunca eşim ve ben gülme krizine tutulduk...ne kadar masumdu... Bizim bakışlarımızdan rahatsız olan bir görevli! bir süre sonra elinde bir paket ile balkonun altına geldi ve "buyrun bu da sizin hakkınız" dedi...ilk şaşkınlığı üzerimden attıktan sonra ve eşim beni tutarken ağzımdan şu kelimler döküldü:" CUMHURİYET SATILIK DEĞİLDİR"...öyle sinirlenmiştim ki gerisini hatırlamıyorum... Benim eşim öğlenleri çocuklarım okuldan geldiğinde ya da çok acıktığımızda her birimize 3 er dilim ekmek hazırlar ve üzerine önce margarin sürer...sonra da üzerlerine kimyon...karabiber..ve şeker serper...önce kimyonlu ve karabiberli ekmekleri sıcak çay ile birlikte afiyetle yeriz sonrada tatlı niyetine şekerli ekmek...inanın bu bizde alışkanlık yaptı...sizede tavsiye ederim.. Ama biz bunları yerken 1. eşinin Amerikada ödemediği 500$ lık kahve faturası ya da 2. eşinin 4000$ lık çantasını koluna takarak salına salına yürümesi karşısında tüm huzurumuz kaçıyor... Yıllardır en ucuz ve adi kremleri yüzüne süren ve en ucuz taklit parfümleri kullanan eşim o kadar güzel ki... 4000$ çantası ile salına salına yürüyen sıkmabaşlı, eşimi görse bir daha sokağa çıkamaz... Tüm bunlardan sonra dün akşam çocuklar yattıktan sonra eşim ve ben yine ışıkları kapattık ve haberleri izliyorduk...saat 22:00 falan olmuştu... Ve ülkedeki gidişattan SORUMLU olan kişi 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ dolayısıyla katıldığı bir toplantıda bizi dehşete düşüren bir konuşma yapıyordu... KADINLAR GÜNÜ ile ilgisi olmayan ve bu günüde kullanıp PROPAGANDA yapan bir insanı oturmuş dinliyorduk... Ve her söylenen sözden sonra "alkışlamak zorunda olan" kalabalık çılgınca görevlerini yapıyordu... Devlet MEMURU! olan adam açıkça "azalıyoruz...OY umuzu korumamız gerek" diyerek ÜREYİN...ÇOĞALIN diye haykırmaya başlamıştı... Ve sayı bile veriyordu..."EN AZ 3 ÇOCUK YAPIN"... Bak benim bile 4 tane...sağlık bakanının 6 tane... Ülkem hakkındaki TÜM bilgileri ÇOK iyi bilen bu MEMUR daha geçen aylarda açıklanan nüfus sayımında ülke nüfusunun YARISININ 28 YAŞ altı olduğunu bildiği halde "OY" için ÇOĞALIIIN...ÜREYİİİN..diye haykırıyordu.. Ve işin acı tarafı KADINLAR GÜNÜNDE kadın bedenine ve sağlığına olan saygısızlığını "OY için en az 3 hatta 4-5 çocuk" yapın diyerek o kadar çocuk ile YIPRANAN kadınları bir "OY FABRİKASI" olarak gördüğünüde açıkça ve bir kez daha gözler önüne sermiş oldu... Daha önce FETOŞ adlı cemaat lideri ve Necmetinin dediği gibi...eee ne de olsa öğrencisi... Aynı toplantıda "kendisi ile ilgili suçlamalara" ise "ispatlayın siyaset elbisemi çıkartırım" diyerek 3 gün önce genelkurmay başkanının "üniformamı çıkartırım" sözüne gönderme yaparak yandaş toplama çabasında idi... Sayın Paşamız söylediği sözlerin bu şekilde kullanılacağının sanırız farkında idi... Öyle ya koca bir ordunun aylar sonrası yapacaklarını planlayanlar bu sözlerin kimler tarafından nasıl kullanılacağınıda çok iyi bilir... Tüm bunları izleyen eşim bir baktım ki durgunlaşmış ve morali bozuk... Ve onu neşelendirmek için bir espri yaptım: "Hadi "OY" için çocuk yapalım..ve isimlerini OYtun...OYlum...OYa ve OYtunç koyalım"...gülümsedi... Ve devam ettim:" SORUMLU MEMURUN dediği gibi asgari ücretin alım gücü artmış ya bende şu andaki işimden çıkıp 400 YTL ye asgari ücretle çalışayım..ve 6 çocuğumuzla birlikte aylık 400 YTL ile geçinelim...hayatta kalalım ve artan para ile 6 çocuğumuzu üniversitede okutup adam edelim...Eğer başaramazsam "Yıllardır giydiğim bu kareli gömleğimi çıkartırım" dediğimde eşim acı ile karışık gülerken bir baktım ki gülmesi kesilmiş ağlamaya başladı... Ve öyle içten ağlıyordu ki..."kim bunlar...biz nereye gidiyoruz...ne olacak bu ülkenin hali...çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor" diye hiç durmadan sorular soruyor ve ağlıyordu...sarıldık ve beraber ağladık... Bir anda salonun ışıkları açıldı ve kızımla oğlum içeri girdiler... Bir süredir bizleri dinledikleri ve bize birşey söyleyecekleri yüzlerinden belli idi... Büyük olan kızım(10) kardeşinin elini tuttu ve şöyle dedi: "Anneciğim lütfen ağlama biz PASTA yiyerek bu CUMHURİYETE sahip çıkamayanların aksine, babamın bize aldığı EKMEK ve LOR PEYNİRİ ile CUMHURİYET başta olmak üzere tüm değerlerimize sahip çıkıp koruyacağız"... Eşimle ikimizin boğazı düğümlendi...mutluluk ve gururdan ne söyleyeceğimizi bilemedik... Ve çocuklarımıza dakikalarca sarıldık... İşte TÜM BU rezillikleri yapanların EN ÇOK KORKTUĞU şey..... Aklı hür, Vicdanı hür, ATATÜRK ve CUMHURİYET sevdası ile dolu ve adalete güveni tam olan güzel çocuklarımız.. Çünkü onlar ileride HAKİM... SAVCI....GAZETECİ... POLİS.. VE ASKER olacak ve "gereğini yapacak"... Şimdi "gereğini yapmayanlarıda" adaletin güvenli ellerine teslim edecek olanlarda onlar olacak... Ve tüm bunları EKMEK ve LOR PEYNİRİ ile yapacaklar.... Hiç şüpheniz olmasın... saygı ve sevgi ile arz ederim...

en büyük sır... (2008)


ALINTIDIR
ACI AMA GERÇEK...

Cumartesi, Ocak 16, 2010

BU MİM DOLU DOLU YAZ YAZ BİTMEZ



Sevgili Çınar'cım beni bir mim'le sobelemiş, çok teşekkür ederim canım. Özel bir mim olduğundan araya zaman girmeden, hemen yayımlamak istedim.
Bu özel mimin her mim de olduğu gibi kuralları var:

*Mimi gönderen bloga link veriyorsunuz.

* Üç kişiyi mimliyorsunuz ve mimlediğiniz kişinin bloguna not bırakıyorsunuz. ("Ortaya bıraktım, isteyen alsın." demiyorsunuz.) Ayrıca olabildiğince bu konuda mimlenmemiş blogları seçmek için özen gösteriyoruz.

* Mimlediğiniz blogların da linkini veriyorsunuz.


Yapacağımız, aşağıdaki sorulara düşüncelerimizi yazmak.
1) Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

2)Seçim barajı kaldırılsın mı? Neden?
3)Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?

4)Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?
5) (Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz?)

Ben düşüncelerimi yazdım, soru sizlerindir şimdi.

 
1) Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

CHP 2002 Seçimlerinden bu tarihe kadar "kürsü dokunulmazlı"ğının dışında dukunulmazlıkların kaldırılmasını istemektedir. Bu; milletvekilini meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarının dışındaki tüm eylem ve suçlardan anında sıradan yurttaş gibi hukuk önünde hesap vermesi demektir.
Çağdaş batı demokrasilerinde milletvekili ayrıcalığı sadece kürsü dokunulmazlığı ile sınırlıdır ve doğrusu da budur.
Ancak, şu andaki hükümetimizin üst düzey yöneticilerinin içinde olduğu bir çok milletvekilinin mahkumiyetleri nedeniyle, bu parti dokunulmazlıkların kaldırılmasını istememektedir. Ayrıcalıklı devlet memuru sınıflandırılması konumunu kendilerince onaylayan milletvekilleri, kürsü dışında sıradan vatandaştırlar aslında.


2) Seçim barajı kaldırılsın mı? neden?

Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde % 10 gibi oldukça yüksek "seçim barajı" bulunmamaktadır. Böyle yüksek bir seçim barajı tüm halk katmanlarının mecliste temsilini imkansızlaştırdığı gibi, demokratik parlementer sisteme güveni de zedelemektedir. Bu nedenle,seçim barajının %5'ler seviyesine düşürülmesinin sayısız yararları vardır.


3) Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?


Adayların belirlenmesinde partilerin genel merkezlerine % 10 gibi bir kontenjan ayrılmalı ve diğer tüm adaylar parti üyelerinin seçimleri sonucu belirlenmelidir.Diğer bir deyimle;ilkel delege sistemine derhal son verilmeli, parti yöneticileri, milletvekili adayları ve yerel yönetim adayları partililer tarafından seçilmelidir.

4) Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?

Yargı bağımsızlığının sağlanması için:Adalet Bakanlığı'nın yargıdaki temsiline derhal son verilmesi gerekir."Bağımsız yargı" siyasetin baskısından kurtulduğu zaman ancak bağımsız olur.Bu gün HSYK'ya (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu) Adalet Bakanı başkanlık etmekte ve bulunmadığı zamanlar da Adalet Bakanlığı Müsteşarı tarafından temsil edilerek toplantı yapılabilmektedir.Bu nedenledir ki;sekiz aydır HSYK' ya 30 üyenin seçimi yapılamamakta ve "gecikmiş adalet adalet değildir" sözü acı birgerçek olarak ortada durmaktadır.

5) (Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz?


"Türkiye'deki tüm bu sorunlar yumağı nasıl aşılacak?" diye bir soru sorardım.Türkiye'deki tüm bu sorunların aşılabilmesi için; ABD ve AB'nin hegemonyasının mutlaka kırılması gerekir.Bunun için de;başta CHP olmak üzere Cumhuriyetten, laiklikten, demokrasiden yana, tüm sol-sosyal demokratların Güç ve eylem birliği yapmaları ve iktidar alternatifi olmaları yaşamsal önemdedir...
 

Bende bu güzel konulu mim'i Canım arkadaşım Asuman'a, Zuzuların annesi Banu'cum ve Güzel kızım Ayşegül'e paslıyorum...


NEREDE KALMIŞTIK !!!


Bırakırken dünlüğü arasına ayraç koymamışım
Döndüğümde kaldığım yeri bulamadım
Bir geri bir ileri gitmem gerekecek şimdi
Unuttuklarımı hatırlamam da zaman alacak
Ben bu aksaklığı hep yapıyorum
Yaşamı iki ayrı şekilde yaşıyor
Benim benle olan zamanı
Yaşamam gerekenle tanıştırmıyorum
Yaşamın nerde kaldığını hep biliyor
Benim nerede kaldığımı karıştırıyorum
Belkide
Bir resim çerçevesinde asılı
Hasır şapkalı
Gonçları ponpon çoraplı
Kırmızı rugan ayakkabılı
Küçük kız
Gibi
Hep orda kalmak istiyorum...
.
.
.
Şiir mi?
Yazı mı?
Bilgi mi?
Bilmiyorum!
Bir şey yazmak istedim bu çıktı...

Pazartesi, Ocak 11, 2010

TÜM BLOGLAR GÜNEŞ IŞIĞINDA OLSUN



Çok sevgili arkadaşım canım Asuman'cım ve güzel yürekli, güzel kızım Funda'cım beni çok güzel bir ödüle layık görmüşler. "Güneş ışığı ödülü" güneş ışığı kadar parlak, gün ışığı kadar güzel, almak ve hatırlanmak hepsinden güzel. Kendilerine teşekkür eder biraaazcık geç kaldığım için de özür dilerim.



Havaların bir gün yağmurlu bir gün bahar sıcaklığında geçmesinden bedenim ne yapacağını şaşırarak beni keyifsizliğe sürükledi. Bu güzel pırıl pırıl çiçeğim de keyifsizliğime çok iyi geldi.



Canlılığına can katsın blogların, ışıkları ışıldasın tüm dostlarımın diyerek yolu bloğumdan geçen tüm yolculara yürekten armağanım olsun.


Çok bildiğimiz blog dünyası böyle güzel bir etkinlikle ne kadar az olduğumuzu gösteriyor bize. Nasıl bir ağ ki bu? güzellikler anında kaplıyor her yanı. Güneş ışığı ödülü de aynı hızla yayıldığından kuralını blog dağıtımı yaparak tam da yerine getiremiyoruz işte.


Beni çok mutlu etti dilerim sizde mutlu olursunuz...

Çarşamba, Ocak 06, 2010

HER ÇÖP YENİ BİR HAYALDİR


Son zamanlarda devamlı onlara rastlıyorum, sanki çoğaldılar. Belki de bana öyle geliyor, "algıda seçicilik" yaşıyorum.
 
"Her çöp yeni bir hayaldir" yazıyordu. Mahallenin yıkılmaya yüz tutmuş evlerinden, naylonla kapatılmış pencerelerinden bahsediyor, çöpten çıkan eşyalarla döşeli o tek odayı anlatıyordu. Zorluklarını, kuracakları derneklerini, belediyelerle olan çatışmalarını dile getiriyordu "çöp toplayıcısı." Ve hatta çöpten topladığı kitaplarla bir kütüphane yaptığını söylüyordu.
Çok önceleri okuduğum bir röportajdan aklımda kalanlar sadece bunlar. Keşke tekrar bulabilsem yine aynı saygıyla seve seve okurum.
 
Şimdi onlara her rastladığımda yaşantıları ile hayal ediyorum. Yolları çamurlu bir mahalle, tek katlı bir gecekondu, çiçekli perdeleri olan küçük demirli pencereler, kapı önüne döşenmiş bir metrekarelik karo üzerine çıkarılmış çamurlu ayakkabılar, itince hemen açılacakmış gibi duran demir bir kapı. Evin yanında üstü ondulin ile kaplı bir çıkıntı, kenarları yağmura karşı ince çıtalarla naylonlanmış, içinde boyu geçecek büyüklükte çöp arabası, yanında yerlere dökülmüş pet kutuları ve bir iki pet şişe. Evin içinde onu bekleyen bir ailesi, sıcak yemeği hazır, yada bekar arkadaşlarıyla paylaştığı bir oda. Ve onu beklemeyen sıcak bir yemek.
Oysa belki bir apartman katında yada bahçe içinde şirin bir evde oturuyorlar, bana maliyeti sanki boşmuş gibi beynimi doldurmak işte.
 
Ben çöplerimi geri dönüşüm için ayırırım. Önceleri bunu sadece doğa için yapıyordum şimdi ise onlara da yardım amaçlı yapmaya çalışıyorum. Pet kutuları katlıyorum, pet şişelerin kapaklarını açık bırakıyorum. İzlemlerimden onların da bunları yaptıklarını gördüm ama pet şişeleri ezip atamıyorum. Bu benim için zor, yere koyup üzerine basıyorlar. Sanırım bunları yerden tasarruf için yapıyorlar. Naylon çuvallarla yaptıkları, boylarınca arabalarının fazla atık alması için. Saatleri belli değil, her an her yerde olabiliyorlar, sorunları belediye arabalarından önce toplamak.
Ellerindeki kalın eldivenler onları mikroplardan ne kadar koruduklarını bilmiyorum, çöplerin içinde kırık cam parçaları olabileceğini ve o eldivenlerin kesilebileceğini varsayıyorum. Çöp poşetlerini ellerindeki keskin bir bıçakla parçalamaları, içinde işe yarayan bir şey varmı? diye pis çöplerin içine bakmaları ise beni çok üzüyor. Çöp poşetlerine, geri dönüşüm çöpü ile mutfak çöplerinin, çocuk bezlerinin ve tuvalet çöplerinin birlikte toplanılması ne yazık ki hem geri dönüşüm çöpü toplayanlarının sağlık açısından sakıncasını hemde o mikroplu çöplerin etrafa yayılmasını sağlıyor.
Zor değil çöplerimizi ayrı poşetlerde toplamak, doğamız için, insanlık için, geleceğimiz için, bunu iş edinen, ekmeğini bu işten kazanan kardeşlerimiz için. Sadece iki poşet kullanacağız o kadar.
 
Pil ise apayrı bir sorun, bunun için ne kadar özel kutular konulsada kimin umurunda ufacık bir pil için çöp yeri aramak. Oysa biten tek bir pil bile 100 m2 alanı felç ediyor ki! bu doğa için felaket. Dünyanın kıyamet gününü korkuyla bile olsa filimlerde zevkle seyreden bizler kıyameti ellerimizle hazırladığımızın farkındamıyız acaba?
 
Bu gün öğlen saatleriydi, yine karşıma çıktı bir tane, yine çöp konteynerinin kapağını açmış işini yapmakla meşguldü, yanında o heybetli arabası duruyordu. Anında gözümün önüne gelen filmi yok etmek istercesine durdum yanında bir süre, istemdışıydı. O da döndü bir an ve birşey söyleyeceğimi hissetmişti elini kulağına götürüp M3 çalarını çıkardı, Zülfü Livaneli sesi yayıldı bir an, hayret dolu bakışlarımı yok etmek için olacak alelacale "ne kadar saygı değer bir iş yaptığını biliyormusun?" dedim. "Sağol abla" diyerek müziğini kulağına geri taktı işine döndü. Bacaklarım sanki gitmiyordu, takılmıştım oraya. Sanki muhabirim de röportaj yapacağım, dedim ya taktım bir kere aklımı onlara. Elimle kulağını işaret ederek M3 çalarını çıkarmasını söyledim, hiç itaraz etmeden çıkardı ve gitmediğimin nedenini buldu kendince. "Abla kusura bakma ya, seninde herkes gibi (sonra konteynerin kapağını kapa),(çöpleri etrafa saçma),(çok gürültü yapıyorsun) diyeceksin zannettiydim." dedi.
Anladım ki daha başka dertleri de varmış ve hatta hiç bilmediğimiz belkide niceleri!
 
Peki ya siz, çöplerinizi geri dönüşüm olarak ayırıyormusunuz?


Pazar, Ocak 03, 2010

YARALI SEVGİLERE





Bir sevgi buldum, düşmüştü yolda
Yada atılmıştı! bilmiyorum
Aldım usulca, yaralıydı
Eve getirdim
Yaralarını sardım içimdeki sevgiyle
Dirildi!
Yüzüme baktı teşekkür edercesine
Kulağına fısıldadım usulca
"Söyle seni atana
İyileştirmek varken
Vazgeçmesinler senden"
Sonra uçurdum pencereden
"Sahibine git şimdi" dedim
Kuş gibi uçtu, kanatlarını çırparak
Gülüyordu giderken
"Yaralı sevgilere örnek olacağım"
Diye haykırdı


Umarım bulmuştur sahibini...





Cumartesi, Ocak 02, 2010

EVLAT GÖZÜYLE ANNE!!!



ANNE, dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür, yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır,meleğin süt verebilenidir. Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır . Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir, kafayı çocuklarıyla bozmuş, göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar insan dişisidir, bulaşık, ütü, vb. yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir . Yemek uzmanı, düzen insanı, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir, yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir, dizi dizi incidir lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir, sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilen komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Ben de mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım. Kara börülcem benim öptüm annen , şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre yorumlayan bilişim düşmanıdır ..
*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır , olmadık yerlerde iyi ki doğurmuşum ulen seni!' diyen ve benim hatırıma benimle Freddy Mercury dinleyen bir sabır ağacıdır, evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir evde bir yere uzandığınız an orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından temizlikçi gelecek diye evi temizleyen balans ayarı kaçmış temizli k kaynağıdır, mutfakta yaşayan, evde herkesi idare eden bir tür canlıdır. !! Oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca, çocuğu gol atınca, çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince, dolar yükselince velhasıl buna benzer birsürü şeye ağlayabilen, bu mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen, ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır, son kiiii üç dört; uzakta dursa da yakın hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği, *** ıslak - kuru ama heeeep duygulu*** en önemlisi; kıçı başı oynamayan tek kadın modelidir.
*
ÇOK GÜZEL! PAYLAŞMAK İSTEDİM
*Alıntıdır...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...