Salı, Mayıs 25, 2010

AN 'LAR




Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
Oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
İçine az buçuk da ciddiyet katılmış.
Bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Korkmazdım daha çok riske girmekten
Daha çok yolculuğa çıkar,
Gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
Hele dağlara tırmanmanın keyfini.
Hiç bilmediğim yerlere giderdim gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
Öyle bir şansım olsa idi eğer,
Dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
Yanlızca düşlerin değil.
İşte hani onlardan,
Her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
Aynı anlara geri dönebilseydim eğer,
Yanlızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemşiyesi ve
Paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
Ama yeni baştan başlayabilse idim eğer,
İyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer,
Sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi.
Hiç bilinmeyen yollara dalardım,
Tadını çıkarırdım gün ışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım,
Sil baştan yapabilseydim eğer...
Ama heyhat, seksen beşindeyim artık
Ve biliyorum ki...
Ölmekteyim...


Jorge Luis Borges



Bu şiiri okurken içine giriyorum, içindeki satırları aralamaya çalışıyorum. Çoğu satırlara çoktan veda ettim. Ama en azından yaşanacak satırları içinden çıkarıp yaşamak gerek.

Seksen beşime gelmeden kurtarabileceğim satırları yaşamak için bir süreliğine gidiyorum. Hoşçakalın...



Pazar, Mayıs 23, 2010

BONCUK GÖZLÜME



Dün gibiydi; sanki hiç geçmemiş gibi onca yıl. Sıkı sıkı sarıp sarmalamış bir kundak içinde koydular kucağıma, içime yaydığın sıcaklık Mayıs güneşi gibi yumuşak ve sıcacıktı. Kundağın mineleri mavi işliydi, niye? bilmiyorum! Mavi erkek demektir diye bir düşüncemizde yoktu ve hiç olmamıştı, belki pembe rengini fazla sevmediğimden mavi işlemiştim kundağın minelerini. Geri kalan tüm giysilerin beyazdı, aynı beyaz bir yaşantıyı bugüne kadar bana yaşattığın gibi...
 
Zor geçen karanlık bir gecenin sabahında en güzel sabah ışıklarını getirmiştin bana. Simsiyah iki boncuk tanesi gözlerin o an "boncuk" lakabını adından önce işlemişti içime. O boncuk taneleri yüzüme bakarak "kurtar beni bu esaretten" der gibiydi. Ellerinin, ayaklarının o bez parçasının içinde bağlı olmasına dayanamadı yüreğim. Usulca açtım kundağını, içinden çıkan "o" küçücük bedene ben esir olmuştum artık...
 
İlk yavumdun benim, ilk can yoldaşım, ilk yol arkadaşım. Ben seninle yeniden doğmuş, yeniden yaşamaya başlamıştım...
 
İyi ki doğdun yavrum, iyi ki varsın ve iyi ki benim yavrumsun. DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN...
 
 

Çarşamba, Mayıs 19, 2010

BİR DAHA GEL, GEL SAMSUN'DAN

SARI SAÇLIM MAVİ GÖZLÜM NEREDESİN SEN

19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun..


NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!!!


*** "Gençler, Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz... benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Mustafa Kemal ATATÜRK

Pazartesi, Mayıs 17, 2010

BİR KAHVE MOLASI DİNLENCE


Yoğun günler geçiriyorum, yoğun ve yorgun. Huzurlu yorgunluk bu, bedeni yoran ama beyni dinç tutan. Zaten yapım icabı severim yoğunluğu; nefes aldığımı anlarım, yaşadığımı, zamana kafa tuttuğumu. Bir yerde mıhlanmış gibi durmak, tek bir şeyle uğraşmak bana göre değil. Dinlenmek için yorulmak gerek, düşünmek için okumak ve sahip olmak için çalışmak...
 
Kahveyi severim, herkes gibi ama en çok da kokusunu severim. Paketi açılınca, içime hazırlanınca, içerken. Özlediğim kokuyu yakalamaya çalışırım çoğu kez.


Sarı kahve değirmeninde çekilen çekirdek kahve kokusunu, bakır mangalda sacayak üstünde bakır cezvede pişirilen kahve kokusunu, içemediğim kahve kokusunu. "Çocuklar kahve içmez, kara olur" derlerdi, " koklayınca da olurmuyum" der içime çekerdim o nefis kokuyu. Beklerdim büyümeyi, büyüyünce kahve içmeyi. Sokaktan geçen esmer eskiciydi sabırla büyümeyi beklemek, çocukluğunda çok kahve içtiğini düşünürdüm...
 
Tek bir tür "Türk kahvesi" ve şimdi yaşamımıza giren onlarca çeşit kahve. Sevmeyen yoktur sanırım, herkes sever. Neden? Kokusu mu cezbeder yoksa içimi mi? bedensel istek midir, beyinsel istek mi?

Çok severim sevmesine de benim için sadece dinlencedir bir fincan kahve! Yolculukta mola gibi, satırlar arasında ki nokta gibi...
 
Bir kahve molasıydı yazım, bir kahve eşliğinde ve yorgunluktan gözlerim kapanırken...
 
 

Pazar, Mayıs 09, 2010

BİR ANNELER GÜNÜ VE EN GÜZEL LEYLAK DALI


Dünyalar güzeli iki küçük kız kardeştiler onlar. Çocukluklarının en güzel yıllarını çok sevdikleri bu güzel evde geçiriyorlardı. Bu ev; çok geniş bir bahçenin tam ortasında iki kat üzerinde kuruluydu.
İlk okulu bitirene kadar da bu evde yaşadılar. Her türlü meyve ağacının ve her tür çiçeğin bulunduğu bu bahçe onların çocukca mutluluk mekanlarıydı. Köpek ve kediler, kaplumbağa, kirpi arkadaşları olmuştu, saymakla bitmeyecek karıncaları doyurmakla geçiyordu günleri. Sabahları bülbül sesleri ile uyanırlar tavan arasında yuva yapan kuşların tıkırdılarını dinlerlerdi. Özgürlüklerini doya doya yaşadılar; her rengin bulunduğu bu bahçede ve karşılarında uzanan sonsuz mavide...
 
Yedi ve sekiz yaşlarındaydılar o yıl. Mayıs ayının ikinci pazar günü yani anneler günüydü, heyecandan sabah kahvaltısını bitirememiş fısır fısır konuşmaya başlamışlardı. Bir yandan da babaya bakıp gözlerle anlaşmaya çalışıyorlardı. Anne bunları görmemezlikten geliyor, biraz sonra karşısında elele tutuşmuş yavrularının bir ağızdan söyleyecekleri şiiri,
Anneciğim seni ben,

Çiçeklerden, yemişten,
Sarı saçlı bebekten,
Canımdan çok severim.
Gitme hep yanımda kal,
Beni kollarına al,
Pembe gülden daha al,
Yanağından öperim.

ve arkalarında sakladıkları hediyeyi bekliyordu...

 
Anne ve baba bahar temizliği için bir haftalık izine çıkmışlardı. Baba badana yapacak, anne evi temizleyecekti. O yıllarda badanacı nerde! şimdilerde camdan seslensen on badanacı bulursun ama o yıllarda herkes kendi evini kendi badana yapardı. Badanacı bulmak bir o kadar zor iken bir o kadar da pahalıydı çünkü.
Boyalar, fırçalar alınmış alt kata dizilmiş, boya yapılacak merdiven de hazır olsun diye de üst kata çıkarılmış, salonun eşyaları ortaya toplanmış, yani her şey hazır. Sabah kahvaltısı ve anneler günü kutlaması bitince babaya iş başı!!!
 


Çocuklarının heyecanını dindiremeyeceğini anlayan baba kahvaltısını bırakarak iki yavrusunla bahçeye indiler. Anne, sabah keyfi için çayını önünde uzanan maviye dalarak yudumlamaya başlamıştı ki!
Dışarıdan gelen çığlıklar ve ağlamalar ile yerinden fırladığı gibi, merdivenleri ikişer ikişer atlayarak bahçeye attı kendini. Bahçede karşılaştığı manzara ile bir an ne yapacağını şaşırdı. Korkmuş ve ağlayan iki yavrusu, yerde yatan baba ve babanın elinde her bir tomurcuğu gül gibi açmış (anneler günü için anneye verilecek) iri bir leylak dalı...
 

Sonuç;
Badana için üst kata çıkarılan merdiveni bir daha bahçeye indirmeye gerek görmeyen baba, en güzel leylak dalını koparabilmek için ağacın ince dallarına güvenmiş ve en güzel leylak dalı ile kendini yerde bulmuştu. Kalça çatlaması teşhisi ile bir ayda zor ayağa kalkabilmiş, bu arada raporlu sayıldığı için de yıllık izinden bir gün bile kullanmadığı gibi badana işinden de kurtulmuştu.

Hayatında hiç badana yapmayan, nasıl yapıldığını bile bilmeyen anne ( o anne bendeniz oluyorum) kolları sıvamış badana işine soyunmuştu. Yer yer dalgalar olsada yaptığı badanayı kendi adına çok beğenmiş ama hem badana hem de yatan babaya bakmaktan yorulmuştu. Bir haftanın sonunda işe gittiği zaman masasına oturduğunda geçen bir hafta içinde hiç oturmadığını düşündü. İzine çıkmak için gün sayan anne!!! işbaşı yaptığında kendini tatile çıkmış gibi hisetmişti.

Bu olanların kendi hataları olduğunu düşünen iki güzel yavru defalarca babadan, anneden özür dilemiş, vazoya konulan en güzel leylak dalını her gördüklerinde de dudaklarında oluşan tebessümleri ile güzelliklerine güzellik katmışlardı.


Ve bugün dahil hiç bir anneler gününde, baba, anne ve can yavrularım bu olayı unutmadı, sanırım unutamazlarda...




ÖNCELİKLE BİZİ ZAMANSIZ TERKEDEN ANNECİĞİMİN,
TORUNLARIMLA BENİ SONSUZ MUTLU EDEN CANIM YAVRULARIMIN,
CAN DOSTLARIMIN,
YOLU BLOGUMDAN GEÇEN
VE TÜM KADINLARIMIZIN ANNELER GÜNÜNÜ YÜREKTEN KUTLARIM...
 
 


Pazartesi, Mayıs 03, 2010

ELLERİMİ TUT ANNE



Ve hiç bırakma!
Senin yanında, senle, senin sütünle büyüyeyim. Senin yanında çocuk olayım, koynunda sıcaklığınla uyuyayım. Gülüşüne ortak, acına dermen olayım. Sar kollarınla beni, karnında taşıdığın gibi taşı, sen koruyamazsan beni kim korur? Bırakma beni anne, daha bir yaşındayım. Yaşamı hiç bilmiyorum, senden başka kimseyi tanımıyorum, bana sen öğret anne. Beni terkettiğin yabancı bir kapı önünde bana ne yaparlar hiç düşünmedin mi? Ya beni bıraktıkları o yuva evim olabilir mi? İçinde sen olabilirmisin? Üşüyorum anne, sevgiden yoksun nasıl ısınabilirim? Canım acıdığında "anne" diye ağladığımda sen olmayacaksın ki yanımda, düştüğümde kim kaldıracak beni, ateşim çıktığında sabaha kadar kim bekleyecek başucumda. Daha söylemeyi bile beceremediğim "anne" sözcüğünün eksikliğini kim tamamlayacak? Kime güveneceğim ben anne kime? Yarınım olmayacak benim anne, hep acı verecek yarınlar bana. Ben istemedim ki doğmayı, sen istedin sen bırakıyorsun, haksızlık bu anne!!!
 
Ve hiç bırakma!
Bırakma elimi anne, gönderme beni bakkala, gönderme kapı önünde oynamaya, bırakma beni bakmaları için kimseye. Varsın bayram olsun, şeker toplamaya kapılara gönderme beni. Ben daha çok küçüğüm, tüm insanları sen bilirim, kötülük nedir bilmem, öğret bana anne.
Yol çok uzun yoruldum anne, uykum var, üşüyorum. Şimdi canım acıyor, başkası tutuyor elimi, seninki gibi sıcak değil, karanlık burası, korkuyorum anne!!!
 
Ve hiç bırakma!
Yüzüme bak anne, sor bana neden gitmek istemediğimi. Kızma bana, konuş benimle, araştır gözlerimdeki buğulanmayı.Bendeki durgunluğu gör, gizli gizli ağladığımı farket. Giysilerime bak anne, bedenimdeki değişikliği anla. Korkularımı sevginle geçir, benim suçsuz olduğumu söyle bana. Sıkıca sarıl bana anne, sarıl ki sana canımı yaktıklarını anlatabileyim. Beni üzdüklerini, beni korkuttuklarını söyleyebileyim. Sen hep yanımda ol, kolla beni, koru beni. Sen yanımda olursan bana dokunamazlar dimi anne? Korkuyorum anne çok korkuyorum. "sus" diyorlar susuyorum. Susturma beni anne, konuştur anne, konuş benimle!!!
 
Ve hiç bırakma!
Bırakırsan dokunurlar, bırakırsan kaçırırlar, bırakırsan ezerler, bırakırsan yok ederler, BIRAKIRSAN EGOİZM VE ŞİDDET EYLEMLERİNE ALET EDERLER. Ellerimi tut anne ve hiç bırakma...


Son yıllarda artan çocuk istismarına dikkat çekmek için,
Birmilyonkalem Bir Gönül Yolculuğu' nun yeni ve çok anlamlı kampanyasına katılım adına hazırlanmıştır...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...