Salı, Mart 31, 2009

Ö Z L E M

Sevgili dostum, kardeşim Gülen'im, beni bir mim'le cezalandırmış. Cezalandırmış diyorum, çünkü sırada bekleyen mim'lerim var. Ama bu öyle bir mim ki!
Düşünmeye zaman vermiyor. Mim'i aldın ve aklına ilk gelenleri yazacaksın.
Düşünmeye zaman ayrılırsa anlamını yitiriyor.
İşte aklıma gelen ilk satırlar.
Neden mi?
Çünkü; ben devamlı özlemle savaştım.


Hani!
Özlemler vardır, gözkapakları uykuya yenik düşerken, uyku düş arası çıkar karşına.
İki damla yaşa geçit vermeyen boğaz yumruğu, acı tebessümle yayılır ya dudaklara.
Uzanamadığım özlemlerimdir, anıları sımsıcaktır, saracak kadar yakın...

Hani!
Özlemler vardır, yakında çok yakınındadırlar, uzanınca tutabileceğin.
İki damla yaşla kor gibi düşen yüreğe, dokunsan buz gibidirler ya.
Dokunamadığım özlemlerimdir, benim ama benim olmayan...

Hani!
Özlemler vardır, hayalini kurarsın ya, hayal bile olsa mutlu olduğun.
Düşleyemediğim özlemlerimdir ...

Hani!
Özlemler vardır,
Bir "an"dır mutlulukla yaşadığın, bir daha asla sahip olamayacağın.
O "an"ın peşinde koştuğum özlemlerim...


Ben de okuyan herkezin, ilk aklına gelenleri yazmak isteyenleri mim'liyorum.

Pazar, Mart 29, 2009

BU KURTULMA YOLU MU?

Asiye nasıl kurtulur !
Çok eski bir tiyatro oyunudur.
Döndük mü Asiye'ye,

SEÇİM SONUÇLARI VERİLEMİYOR
ELEKTRİKLER KESİLİYOR
BİLGİSAYAR SİSTEMLERİ ÇÖKTÜ
PROBLEM BÜYÜK
MERAK YOK GİDERİLECEK
ÖNCE SANDIKLARDA, SONRA YSK'DA
HESAP KİTAP İŞİ BU, HESAPLAR YAPILSIN!!!!

22 Temmuz seçimlerini veren bilgisayarlar çok becerikliydi...
Kısa sürede işini bitirmişti...

Cumartesi, Mart 28, 2009

"LÜTFEN GİTMEYİN, SİZLERE İHTİYACIMIZ VAR ..."



Tiyatrocu Rasim Öztekin, kalp rahatsızlığını tedavi eden Siyami Ersek Hastanesi'ne gazete ilanı ile teşekkürü.

“Kalbimin hasta olduğunu öğrenince pijamamı, terliklerimi bir valize doldurup taksi çağırdım. Şoföre ‘Doğru Cleveland’a çek’ dedim. Şoför, ‘Buyur abi?’ dedi. ‘Yok bişiy, rüyamın etkisindeyim, tartıştık, beni ikna etti. Sen boşver Cleveland’ı, ben seni dünyanın sayılı hastanelerinden birine gönderiyorum oğlum, dedi. Sen doğru Siyami Ersek’e çek!’ dedim. Şoför hiçbir şey anlamadı. Ama tam acilin girişinde fren yaptı ve ben indim. Kafamı kaldırdım, kocaman yazıyordu. Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi. İyi ki de bu ismin kanatları altına sığınmışım...”


Çok güzel, unutulmasını istemedim...

-

Cumartesi, Mart 21, 2009

ZAMANDA BİTEN BİR HAFTA DAHA




Sevgili arkadaşım,
Bu hafta...........

Böyle başlardım hatıra defterime "sevgili günlük" diye hiç yazmadım. Cuma günleri, gündüz bir yada iki arkadaşıma hatıra yazdırır, akşamında da haftanın içime konuk olan satırlarını dökerdim satırlara...
Sekiz dokuz yaşlarındayım, okulda hatıra defteri modası yeni yeni başlamış, önce kızları, sonrasında erkekleri bile sarmıştı, önümüzdeki günlere yada aylara, yıllara taşıyacağımız yazımız, yazılarımız...

"Suların içinde yüzen çiçekler, yeşil yeşil uzun yapraklar, dallar. Birbirinin içinden geçen bir sürü kırmızılı çiçek" Hatırladığım kadarıyla böyle karışık çiçekli bir hatıra defterim vardı. Adını "Nilüfer" koymuştum. Belki su içinde yüzen çiçeklerindendi, tam hatırlıyamıyorum şimdi. Semtimizin tek kırtasiyecisi olan Kemal Amca'dan almıştım. "Kemal amca" tüm okulun tek kırtasiyecisi ve Kemal amcasıydı.
Kilitliydi defterim, anahtarı vardı ve defterin arkasında alt sağ köşede bir üçkeni vardı, anahtarı koymak için. Yazacaklarımı yazar, sonra kilitler, emniyete alıcasına anahtarını saklardım arka cebine!

İlk aldığımda ilk sayfasını babama yazdırmıştım. Babam beni kırmamış, sayfa kenarları çiçeklerle dolu defterimin en altına yazmıştı. İki satır yazıydı, "anne gibi yar olmaz, bağdat gibi diyar olmaz" demişti. Sanki o yıllarda ileride annesiz kalacağımı bilir gibi. " Niye en alta yazdın" dediğimde, ilk satırlar temiz kalsın, temiz gitsin bu defter" demişti. Canım babam...
Arkadaşlarımın, kimim olduğunu hatırlıyamadığım yazıları. Bu gün aklımda kalanlar çok az. Belki de yıllarca aynı hatıra defterlerine yazılan tekerlemeler olduğu içindir kimbilir!
"Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma, unutursan küserim, gül yüzünden öperim"
"Çiçek bahçesine girdim, en güzeli seni seçtim"
"Hatırlarsan birgün beni, çok severdim ben seni"
Ve daha unuttuğum bir çok çocuk tekerlemeleri.

"Büyük halama çok kızıyorum, sanki ben küçük çocuğum niye .........'nin (torununun) doğan kardeş dergisini okurken kızdı bana, yırtarmıyım ben hiç, okumak için aldım. Elimden çekmesine de çok kızdım. Ama babama söylemem, onun ablası çünkü."

"Bir daha büyük halamlara gitmeyecem, odasındaki halının tüylerini ........'le(torunu) bana parmaklarımızla toplatmasını hiç sevmiyorum."

"Küçük halamlar geldi çok sevindim ama bizde kalmazlar yine. Öff niye bizim çok odamız yok."

Belki çocuk aklıma ve derine yer eden bu yazdıklarımı hiç unutamıyorum....

Ne oldu o defterime bilemiyorum...
Şimdi çok teknolojik bir defterim var, anahtarı da ön cebinde, tüm dostlara açık, tüm sevenlerimle buluştuğum.
İşte böyle sevgili arkadaşım,
Bu haftanın analizini yazmaya başlarken, günlerden cuma olması mı? yoksa özlemlerimin, elime geçen ufak bir hatıra ile canlanması mı beni bu satırlara yönelten bilemiyorum...

Hem çok verimli hem de çok verimsiz bir hafta geçirdim.
Verimsizdi; yapmayı planladığım yarım kalmış işlere dokunamadım bile. İnternete giremedim, şöyle yanından geçerek bir iki uğradım. Havalar güzel gidiyor gibiydi, torun, torba bir devrialem yaparız düşüncesindeydim, ona da havalar müsaade etmedi. İşte arkadaşım hafta bitti, halen oyuncak torbası yarım, banyo havluluğu yarım ve saçlarım daha kesime ve boyaya uğrayamadı...

Buna karşın gerçekten verimli bir haftaydı;
Kitabımı bitirdim; "Yıllara mı çarptı hızımız"
İsmet Kür'e bir kere daha hayran oldum. 93 yaşındaki T.Cumhuriyeti'nin ilk edebiyat öğretmenlerinden biri olan bu değerli insana hayran olmamak elde değil. Belki yeni nesilin aradığını bulamayacak bir kitap ama ben çok şey buldum.
Eskiyen yılları yamasız dile getiren bir anlatım. Ve geçmiş! geçmiş sadece yazarın değil hepimizin geçmişi.

"" Türkiye'de yirminci yüzyılın son yarısından itibaren doğmuş olanların tanıyamadıkları güzelliklerin çokluğu düşünüldüğünde, çiçeklerden, meyvelerden ötürü hayıflanmak abes görülebilir kimilerine. Ne ki bizi biz, yaşamı yaşam yapan, yaşanır yapan şeyler aslında, birbirini öylesine tamamlayan parçacıklardır ki, o parçacıklardan, değil böyle birçoğunun, birinin bile yitip gitmesi, bütün'ün bozulmaya başlaması demektir"" diyor, çok değerli öğretmenim...

Tiyatroya gittim; "Evlilikte ufak tefek cinayetler"
Haluk Bilginer, Vahide Gördüm. İki kişilik muhteşem sanat şöleni. Oyun güzelmiydi? güzeldi! Ama sanat muhteşemdi. Haluk Bilginer oynamıyor, hareketleri ve mimikleri ile yaşıyordu sanki. Kızımın yılbaşı hediyesi. Aralık sonlarında, ancak Mart'ın sonlarına bilet bulunabilen kapalı gişe bir oyun.
Çoktandır ihmal ettiğimiz tiyatro, bu yüzden çok mutluyum...

Ve bir filim; "Üç maymun"
Karanlık ve kasvetli bir filim.
Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabası.
Filmin ana teması çok anlamlı, ama ana temaya ulaşan yol çok sıkıcı. Oskara aday gösterildi ve bir çok ödül aldı. Sanırım oyuncuların çabasıydı...
Yaşamın kıyısında der ki!
Biten bir haftaya bakınca, sessizlikte örgü örerken iki şişin birbirine değmesiye çıkardığı sesin, saatin tiktaklarıyla yarışan huzurunu buldum...

Pazartesi, Mart 16, 2009

DÜŞÜNÜYORUM DA

Gazete okumasam, internete girmesem, haber seyretmesem, yorum dinlemesem. Hatta kendime bir okey gurubu bulsam.
Ya da!
Tv.daki eğlence kuşağı, evlenme kuşağı, yemek kuşağı, yarışma kuşağı programlarına mı gitsem? Vur patlasın çal oynasın misali.
Rahatlarmıyım acaba?
Olamaz ki!
Bende bu şişkinlik varken etrafımdakilerin de rahatını kaçırırım.

TV'8 de Ebru Şallı plates yaptırırken hiç bıkmadan "nefes al, nefes ver" diyor, kırkbeş dakika boyunca. Bir kere unutsa "nefes ver" demesini ne olur? unuturuz emin olun unuturuz, anında herşeyi unuttuğumuz gibi, sonra da şişeriz. Deneyin isterseniz üç kere üstüste nefes almayı.

Ben de bu aralar şiştim. Devamlı alıyorum, vermek yok.

Aklıma ne gelirse yazıyorum ya bloğuma, işte aklıma bu gece bunları yazmak geldi. Yararı olur, en azından biraz olsun rahatlarım, dahası kendi kendime sorup da cevap alamadıklarıma bir ışık bulurum belki de!

Kafama en çok takılanlar kargaşalığa sıkıştırılan ufak haberler. Bir ara Atatürk orman çlftliğinin Dubailere satılacağını sindirememiş, bu kadar derdin içinde dert etmiştim kendime.
Şimdi;
23 Mart'ta uygulamadan kalkacak akıllı bilete takıldım.
Neymiş? akbil tarih olacak, tanıtım kartı ( kredi kartı) kullanacakmışız. Sebep! yok.
Globalleşiyormuşuz.
Vatandaş kredi kartı borcundan bıkmışken, kredi kartı mağdurları günbegün çoğalırken, yol parasına, gezi parasına devletten zoraki kredi kartı.
Biz kredi kartını kullanmayı daha öğrenememişken!
Hayatımıza ilk girdiğinde milyonlarca kişi akbil aldı, almak zorunda bırakıldı. "Depozitolu."
Kaybetti, ver parasını al yenisini. Düştü kırıldı, kullanılamıyor ver parasını al yenisini. Akbil sayesinde kimleri kimleri zengiz ettik!

Adı da çok fiyakalı "İstanbul kart". Hayatımıza yeniliklerle giriyor. Ver parasını al tanıtım kartını. Keyfi değil mecburen. Yoksa 24 Mart'ta kalırsın kara otobüsünün, deniz otobüsünün, vapurun kapısında.

Oysa akbil depozitoluydu, "ver akbili al tanıtım kartını" olması gerekmez mi?
Peki şimdi kimleri zengin edicez!

Kışı en çok yaşayan, karın kalkmadığı elektriksiz köylere "sponsor" bulduk deepfreez gönderdik. Bir taşla iki kuş. Hem köylümüz kalkındı, hem ekonomi canlandı ya.
Mutluyuz...
Köylü tamam, sıra emeklide, memurda.
Memura, emekliye 300.- tl, bahşiş.
Kimin parası kime.
Kaldı tasarruf teşvik paralarımız içeride, yerine bahşiş. Eh! dedik iki emekli, bir emeklinin tasarruf teşvik parasının yarısını kurtardık.

Sonra;
Ne parası? çek verilecekmiş. Mecburi alışveriş. Sponsorlarımız hazır bekliyor sırada. Ekonomiye bir canlılık daha. Bakalım hangi "sermaye" kazanacak ihaleyi.
Dedim ya takıyorum ben bunları.
Belki yastık altı yapacağım, belki altın alıcam. Belki borcum var. Zorla alışveriş yaptırılır mı?

Gerçi verileceği de kesin değil ya. 29 Mart geçerse, kaynar gider arada. Mahkemeyle bile kazanılan tüm maaş farklarımızın gittiği gibi.

Cumartesi, Mart 14, 2009

NAR ÇİÇEĞİM, PRENSESİM

İnsan soğuk bir günde, sıcak yataktan çıkmaz istemezken, günün yapılacak işlerini sırtında bir yük gibi düşünürken, sabahın nemiyle her bir tarafı da ağırırken sabah sabah aldığı bir mesajla;
" "anneanne seni yıldızlardan çok seviyorum""
nasıl olur?
Asla anlatılmaz sadece yaşanır...


Prensesim mesaj çekmeyi öğrenmiş. İlk denediği de ananesi. Oysa bütün hafta beraberdik, dün akşam dönmüştüm eve. Ama " o " sabah uyanınca, eline bir de annesinin telefonunu geçirdiyse hemen tatbikata başlamış anlaşılan. Ve çok sevdiği ananesi ilk durağı...

"" Seni bende çok seviyorum prensesim, enaz senin beni sevdiğin kadar... ""
Bu arada en büyük sevdalısı dede de bana yok mu? diye kahırdalar...

PRENSESİME
Şiir gibisin ilktanem
Mısraların içinden gelen
Kitap gibisin cantanem
Okundukca sevilen
Tablo gibisin bitanem
Seyrettikce güzelleşen
Bir bütünsün nartanem
Dünyaya gönderilen

"Bu eski bir şiir, bloğu ilk açtığımda yazmıştım. Ama prensesime çok yakıştığından burada da bulunsun istedim" der yaşamın kıyısında

Pazar, Mart 08, 2009

KADINLARIMIZ

Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor...
Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor...
Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor...
Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor...
Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak %10’una sahipler...
Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler...

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ TÜM KADINLARA KUTLU OLSUN



Sessizliği bozan ayak sesleri, bir kapı gıcırtısı, içeri süzülen cılız bir ışık. Yine birileri hatıralarını arıyor olmalı...

Eve ilk geldiği günü anımsadı, nasıl sevinçle karşılamışlardı onu. Hafif mutluluk çığlıkları bile atmışlardı. Ellerine almışlar, evirip çevirmişler, benimsemek istercesine her bir fert yumuşak dokunuşlarla okşamışlardı onu.
Nereye koyacaklarını bilememişler, "burası iyi" "yok yok burası daha uygun" "şurası olsun ki her baktığımızda görelim" diye evin her bir yanını denemişlerdi. Danteller sermişler, oturtmuşlardı evin en gözle görülür yerine. Bütün ev halkının gözbebeği olup çıkmıştı. Sık sık bakılacağını bildiğinden yaşama hazırdı o ilk yıllarında.
O da karşılığını vermişti ama; durup dinlenmeden çalışmış, çalışmış çalışmıştı. Herkesin gönlüne göre her istediklerini yapmıştı. İlaç zamanları ondan sorulmuş, okula hazırlık, iş başı, yemek vakti, kalk sabah oldu, yat akşam oldu!
O konsolun üzerinde, tam aynanın önünde olduğu halde dönüp bakmaya bile vakti olmadan çalışmıştı.
Çok yorulduğu gücü kalmadığı zamanlarda, ağır aksak giderken işlevini hatırlatmışlar "devam" dercesine kurcalamışlardı her bir yanını.
Evet devamdı; gün yirmidört saat dön başa dön başa. Ayları, yılları soran yoktu ondan.
Birkaç kez "pes" demişti demesine de! Operasyon, moperasyon. Devam yirmidört saate.
Bir türlü takip edemediği yıllar geçmiş, o konsolun üzerineki yeri değişmiş, arkaya doğru itilmişti günün birinde. Yeni gelen cicili, bicililer ön sıraya yerleştirilmişti. Oysa gücü azalsa bile çalışıyordu işte.


Ama heyhat!
Bir gün kolunun kanadının tükendiğini hissederek bırakmıştı kendisini ve önüne düşen çalışmaz parçaları korkutmuştu onu.
Acaba, "dedi" yine mi?
Yok artık istemiyordu operasyon. "Yeter bu kadar" dedi kendi kendine. Kendi kararını kendi verdiğini sanmıştı, oysa zaman bitmişti onun için. Son saniye ve son durak...

Huzurluydu burada, bu bodrum katında. Üstünde "hatıralar" yazılı bir koli içinde. Dantel örtüsünden ayrılmış, bir poşete tıkılmıştı. Kendisi gibi artık kullanılamayan, hatırası olduğundan saklanan aynı zamanı paylaştığı bir sürü eş dost ile.
Zaman zaman ziyarete gelirlerdi onları. Gözyaşları ile geçmişe dönülür, anılar tazelenirdi. Bazen de hiç tanımayanlara tanıtılır, hayat hikayemiz aktarılırdı.

Yaşamın kıyısında der ki;
Eğer dilleri olsaydı,
yada;
Ne farkımız var?

Öykü atölyesinin fotoğrafın dili çalışmasıdır...

Pazar, Mart 01, 2009

SEVGİYE DOKUNABİLİRMİSİNİZ ?

Evet!
Sevgiye dokunmak...
Çok eskilerde bir bilmece sormuşlardı bana, cevabını bilememiş, öğrenincede itiraz etmiştim.
Bilmece bu, cevabına itiraz edilir mi?
Ama ısrarla etmiştim... Bu gün yine aynı itirazım geçerli...
Bilmece;
"Her yerde bulunan ama elle tutulmayan gözle görülmeyen nedir?"
Cevap;
SEVGİ
"Bilemediğin için itiraz hakkını kullanıyorsun" diye espri de yapmışlardı...
"Aslında bana göre sevgi, bakmasını bilirsen görür, hissedebilirsen de dokunabilirsin." dediğimde belki de iki saati aşan bir zamanda kendimizce felsefe yapıp durmuştuk...


http://www.renklitasarimlar.com/


Şimdi sizi sevgiyi görmeye ve dokunmaya davet ediyorum.
Mesleği moda tasarımcısı olmasına karşın, çok yönlü sanat dalı ile bütünleşebilen sevgili kızım Geveze kalem'im içindeki sanat sevgisini bu kez tasarımlarına döküyor yeni sitesinde.

Tüm çalışmalarının aşama aşama yakından görsem bile bu sitede görmek gururlandırdı beni.
Çünkü ben bir anneyim!

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...