Cumartesi, Eylül 19, 2009

ZAMANDA BAYRAM


Tuttuğum ilk oruç arife gününe rastlar. Yaz başıydı sanırım, çünkü okul açıkken başlamış olan ramazan karne aldığımızdan sonra da devam etmişti. 1.sınıfdan 2. sınıfa geçmiştim o yıl...

Yaşıtım kuzenimle birlikte, bahçedeki asma altında oynarken karar vermiştik oruç tutmaya, . "Artık çocuk orucu değil büyük orucu tutmak istiyoruz" diyecektik büyüklerimize...

Çocuk orucunu çok tutmuştuk, öğlene kadar!!!

Hem büyük halam ne demişti? Küçük halam ve annemle konuşurken " Onun bayramı mı olurmuş? oruç tutmuyor ki, ne bayramı yapacakmış."
Demek ki, bayram oruç tutanlar içindi ve bizde oruç tutacaktık, büyük orucu...


Asla unutamadığım bir gündür. Çok acıkmış, belli etmemeye çalışmış ve iftara kadar açlık hissetmediğimizi devamlı tekrarlayıp durmuştuk, kendimizi terbiye ediyorduk herhalde...

En temiz mendillerimizi cebimize koyup iftarda yemek için canımız ne çektiyse saklamıştık içine. Şeker, asmadan kopardığımız koruk üzüm, küçük kuzenimin karşımızda yediği ceviz ve can eriği.
Büyük orucu zordu ama bayramı hak etmek için dayanmalıydık...


Bizim zamanımızda bayram demek; Yeni giysiler giymek, yeni ayakkabı, "Ali Muhittin Hacıbekir" şeker kutusunun açılması, büyüklerimizden alacağımız bir kenarında renkli işi olan kenarları parispuanlı opel bezinden narin mendiller, koncları dantelli çorap ve en güzeli Aziz amcaların yakınında kurulan lunaparktaki kayık salıncaklar demekti...

Daha sonraları bayramlar bana hep acı geldi, hiç sevmemeye başlamıştım bayramları...

Çocuklarımla bayramlar geri geldi. Çocukluğumun bayramlarını çocuklarıma yaşatmaya çalıştım.Yeni giysiler,yeni ayakkabılar, süslü mendil ve Ali Muhittin Hacı Bekir şekerlemeleri ile...

Şimdi bayram, arife gününden zevkle yaptığım özel bayram yemekleri ile, evimize doluşacak çocuklarımızla, torunlarımızı karşılamak...

HEPİNİZİN BAYRAMINI EN İÇTEN SEVGİLERİMLE KUTLAR, SEVDİKLERİNİZLE SAĞLIKLI, MUTLU, UMUTLU, SEVGİ DOLU NİCE GÜZEL VE ŞEKER TADINDA BAYRAMLAR DİLERİM...

Sevgilerimle...



Pazartesi, Eylül 14, 2009

KIZLAR ÜLKESİ



" Annem ne zaman doğduğumu hatırlamıyor. Ne yılı, ne ayı, ne de günü biliyor. Tek bildiği, çok fazla ağladığım."

"Annemin ben doğarken yaşadığı bu hayal kırıklığı garipti. Çünkü bizler, Maso halkı, kız çocuklara erkek çocuklardan daha çok önem veririz; bu yüzden Çinliler memleketimize Kızlar Ülkesi der. Bizde, ailenin yaşadığı ev, erkeklere değil kadınlara miras kalır ve evi onlar yönetir."

"Geleneklerimize göre bir aile asla bölünmez.Kız ve erke çocuklar bütün hayatları boyunca anneleri ve annelerinin akrabalarıyla kalır. Bütün aile üyelerinin doğdukları evde, yani anneleri ve anneannelerinin evinde ölmesi uygun düşer."

"Bizim ailede hiç erkek yoktu. Bizle yaşayan ne bir dayı, ne bir erkek kardeş ne de bir oğul vardı."

"Kadınlarla erkeklerin evlenmemesi gerekir. Çünkü aşk mevsimler gibidir: Gelir geçer."


ELVEDA KIZLAR ÜLKESİ
Yang Erche Namu ve Christine Mathieu

İlk 50 sayfasında olmama karşın beni sıcak bir şekilde saran yumuşacık bir kitap. Himalaya Dağları'nın gölgesindeki bir bölgede yetişen bir kızın gerçek hikayesini anlatıyor.

Dünyadaki erkek egemenliğine hiç aldırmayan, kendi toplumlarının geleneklerine sahip, babaannenin, büyükbabanın, dedenin, amcanın, halanın ve en önemlisi babanın akrabadan sayılmadığı gerçek bir ülke.

Yine de "Namu" dağların arkasındaki ülkeleri merak etmekte...
Bakalım Namu nelerle karşılaşacak...
Acizane tavsiye edilir. Paylaşmak için sonunu bekleyemedim...


Perşembe, Eylül 10, 2009

YOLUN NERESİNDEYİZ?







DOĞA YOKEDİLİŞİNİN ACIMASIZLIĞINI ÇEKİYOR


MASUM ERLERİMİZ BİRİLERİ ADINA HİÇ YOLUNA ŞEHİT OLUYOR


DENİZ FENERİ SÖNDÜRÜLÜŞÜNÜN KİNİNİ GÜDÜYOR

AYDINLAR DİLİNİN ESİRİ YAPILIYOR

MEDYA TEKELE DÖNÜŞTÜRÜLMEYE GİDİYOR

SİMİT, SAKIZ, GÜL AÇLIK KAPISINDAN GİRMEYE ÇALIŞIYOR

İNSANOĞLU HIRSININ DİYETİNİ VERİYOR


VE
BİR HAFTA SONRA BAYRAM YAPACAĞIZ!!!

NE BAYRAMI?
RAMAZAN DEĞİL, ŞEKER HİÇ DEĞİL
ALIŞILMIŞLIĞIN BAYRAMI

KORKARIM
HEM DE KOLBASTI İLE

YANİ
VUR PATLASIN, ÇAL OYNASIN MİSALİ
*
CUMHURİYETİMİZ ÇÖKTÜ ÇÖKÜYOR
KİMİN UMURUNDA?
"LALE DEVRİ ÇOCUKLARIYIZ BİZ" YA!!!
ÇOK ŞÜKÜR
HER TARAFIMIZ LALE BAHÇESİ

Pazartesi, Eylül 07, 2009

GEÇECEK GEÇMESİNE DE!


31 Ağustos günü itibariyle fizik tedavisine başladım...



Kemik erimesi dolayısiyle belimin rahatsızlığı artması sonucu buna katlanmalıydım. Üç yıl önce belim için yine fizik tedavisi verilmişti ki o zaman kemik erimesi gibi bir şikayetim de yoktu. Kıştı ve soğuk sakıncasından yatarak tedavi görecektim. Atlattım daha doğrusu kaçtım. On gün hastahanede yatmak hiç işime gelmemişti...

Geçtiğimiz kışı bel ve sırt ağrısıyla zor geçirmiş, iğne ve ilaçtan da bıkmıştım. Nisan ayında iğnelerin bitmesiyle öngörülen fizik tedavisi için 1 Haziran'a gün verilmişti. Bu sefer tamam dedim, nasılsa yaz ve ayakta tedavi...

Sonra hiç düşünülmeyen ve Haziran ayına denk gelen taşınma meselemiz çıkınca, sıcakların başlamasiyle ağrılarım da azalınca yine kaçma yollarına girip "boooşver!" diyordum ki; yavruların hışmına uğradım. Bu sefer kaçış yoktu...

Hastahaneye gidip mazeretimi bildirip "olmaz inşallah" düşüncemle ileri bir tarihe gün istedim.
Ve "Böyle birşey yapamıyoruz ama bir sefere mahsus yapalım" dediklerinde, artık kaçacak bir yer olmadığından mecburen kabul ettim. Ramazana denk gelen bir tarih olmasından dolayı boşluk vardı. "Yok ramazan daha sonra bir tarih" desem ya olur ya olmaz önemli değildi de, ama eve nasıl dönecektim? Evdekilerin korkusu ağır bastı ve kabul ettim...

Olur ya "Belki de rahat ederim, ağrılarım azalır, kış geliyor, gelirken ağrıyıda beraberinde getiriyor, bir faydası olmasa doktorlar ön görürmüydü?" falan, filan düşüncesiyle başladım işte...

İlk iki gün geçti, eh bir sorun yok. Fizyoterapist'in, her gün gittiğimde "Bugün nasılsınız Nur Hn." demesine karşılık, kibarlıktan soruyor diye "Teşekkür ederim iyiyim." cevabıma üçüncü gün gülümseyerek "Biz iyi olmanızı beklemiyoruz ama" demesine şaşırarak boş gözlerle yüzüne bakakaldım.
"Yani ağrılarınız varmı? bu hafta ağrılarınız olması normal onun için soruyorum." dedi.
"Ağrılarım var ve hatta sırtıma doğru yayıldı, ama ben bunu hiç tedaviye yormamıştım." dedim.
Sonraki gün enseme, sonraki gün kollarıma doğru yayılmaya başladığında ağrı çeksemde "Dayanıklıyım, bana bu ağrı ne yapar, ben ne ağrılar çektim." Dedim de!!!

Tatil iki gün burnumdan geldi. Bir diş ağrısı, bir böbrek sancısı gibi evin içinde acılı ağrıdan dört döneceğimi hiç düşünmemiştim. Ağrı dindiricilerin hiç olduğu iki gün, sanki ciğerlerim şişti, kalbim sıkıştığı yerde atmakta zorlandı. Ne belim bükülüyor, ne ayağım yürüyor.

Ayak parmağımdan enseme kadar ağrılı bir beden. Allahtan bu ağrı aklıma sataşmadı...

Bir hafta daha var, yapılacak bir şey yok, devam AMA!!!
Bir daha FİZİK mi? yok yok yok Hayat bilgisini tercih ederim...




Cuma, Eylül 04, 2009

KÜÇÜK KALPLERDEKİ İNANÇ



Anılar vardır; Bir görüntüyle, bir sesle, bir duyguyla tekrar tekrar seyredilen bir cd gibi gözlere hapseder kendini. Kimi hüzünlendirir, kimi gülümsetir, kimi o anki heyecanı yeniden yaşatır...

Aslında bizler günü yaşarız tüm heyecanımızla, yarın için planlar yapar, hayaller kurarız. Umutla beklediğimiz birşeyler vardır ileriye dönük. Dün bitmiştir, yaşanmışlıklar keşkeler dışında bizimle değildir çoğukez. Unuturmuyuz? Yoo hayır, biz unuttuğumuzu düşünsek bile beynimiz saklar bir yerlere. Taaa ki "burdayız" dercesine bir görüntüyle, bir sesle, bir duyguyla karşımıza çıkana kadar...

Geçmişte derin yaralar bırakan acılarımızı beynimiz kalbimizle elbirliği yaparak saklarlar. Daha doğrusu beyin kalbe yüklemiştir bu saklamayı. Kalp saklamayı pek beceremez ya! Atışlarının içine saklar acılarımızı, harmanlar kan alış verişi ile ve birlikte bir yaşam sürülür. Oysa anılar bir görülür bir saklanırlar...

Şimdi incir mevsimi, olgunlaştılar ve tezgahları doldurdular. Bense yıllarca inciri ilk gördüğümde aklıma düşen bir çocukluk anımın esiriyimdir. Hiç aksatmadan, her yıl incir mevsiminde tekrar tekrar, tebessüm ederek ve biraz da düşünerek seyrettiğim bir filimdir sanki...

Ne kadar düşünsem de yaş tahmini yapamadığım çocukluk yıllarım.
Ağabeyimin ellerinin üzeri siillerle kaplanmıştı. bir değil, beş değil, çoktu. Ne kadar çoktu? Çocuk gözüme kadar çoktu işte, çünkü gömdüğümüz o küçücük kağıtlar çoktu...

Annemin; "Elleme şu olmamış incirleri, ellerinin üzeri iyicene doldu bak" yada "Çıkma incir ağaçlarına, yaprakları ellerini yara yapıyor" gibi kızarak söylenmesi. Babamınsa, olmamış incirleri koparıp dibindeki acı sütünü siillerin üzerine sürmesi ve " çivi çiviyi sökermiş hanım" diyerek kocakarı ilacına sığınması bugün bile kulaklarımda hala bir sestir...

Halamlara gitmek ağabeyim ve benim için çok büyük bir eğlenceydi. Vapur yolculuğu, Yenicami'de güvercinlere yem vermek, kuzenlerimizle oyun oynamak ve en önemlisi gece de orada kalmaktı. Halamlara gideceğimiz o gün yine büyük bir çoşkuyla hazırlanıp yola çıkmıştık. Vapur yolculuğu sırasında bizden bir iskele sonra binenlerden karşımıza yaşlıca bir bayanın oturmasıyla, heyecanla yerinde duramayan biz annemin yanına sessizce oturmuştuk. Ellerimiz bacaklarımızın üstünde sessiz sessiz otururken karşımızda oturan bayanın birden " Aaaa yavrum çok yazık çok" diye bağırarak konuşmasından da korkmuştuk.
Sonra, annemle ağabeyimin elleri üzerindeki siilleri hakkında konuşmaları ve bayanın çantasından kağıt kalem çıkarması, ağabeyimi yanına oturtarak ellerindeki siillerin herbir tanesine dokunup, kağıda birşeyler yazıp katlayarak anneme vermesi vapur yolculuğumuz süresince de devam etmişti...

Halamlarda o gece kalamayacaktık. Annemin " Bu kağıtları ağabeyin bahçemizdeki toprağa gömücek ve her gün suluyacak, bu kağıtlar toprak altında eridikce ellerindeki siiller kaybolacak. Bunu hemen yapmamız gerekiyormuş onun için eve dönmemiz gerek." Dediğinde çok üzülsekte, bahçemize gömmemiz gereken o küçücük kağıtlar için heveslenmiş, yeni bir oyunumuz olmasına da çok sevinmiştik...

Bahçeye gömülen o küçücük ve bir çok kağıt parçalarını hergün ağabeyim ve ben suladık. Sabahı zor ederdik sanki, ilk işimiz, yerini kaybetmeyelim diye çevresini küçük taşlarla bir bahçe gibi çevirdiğimiz, toprağın altına gömülü, o küçücük kağıt parçalarını sulamaktı. Yeni ve değişik bir oyundu bizim için ama en önemlisi inanmaktı sanırım. Küçücük ve tertemiz kalplerimizle inanmak!!!

Ve tahmini bile olsa hatırlayamadığım bir zaman sonra ağabeyimin elleri üzerindeki siillerin izi bile kalmamıştı...

Bugün olsa böyle bir şeye inanırmıyım? bilmiyorum...
Ama yürekten istenilen herşeye yaşamın hangi evresinde olursa olsun ulaşılabileceğine inanıyorum...
*
Resim
Ağabeyim üç, ben bir yaşında
halamların bahçesinde

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...