Sabahın ilk gün ışıklarıyla kalkmıştı, evdekileri rahatsız etmemek için çok dikkatli davranıyor, parmak uçlarında geziniyordu. "Çok yorgunum," dedi mırıldanır gibi. Gece hiç uyuyamamıştı, geç gelmiş ve biraz da aldığı alkolün etkisiyle, kafasına üşüşen düşünceler serseme çevirmişti geceyi. Uyumaya çaba göstermiş ama uyuyamamıştı. Sağa sola döndükçe kafasının altındaki yastık bile isyan edercesine dertop olmuştu.
"Keşke kalkmasaydım, bir-iki dönüşten sonra belki uyuyabilirdim," diye düşündü. O ne yapmıştı peki? Yataktan kalkmış, üstüne de bir şey almadan camın cumbasına oturmuş, kafesi de yarıya kadar açmış ve sigara üstüne sigara içmişti.
"Ah bugünü ve geceyi bir atlatsam..." Yine kendi kendine mırıldandığını hissetti. Başı çatlarcasına ağrıyordu.
Yeleğini giymiş, köstekli saatini de cebine yerleştirmişti, çıkmaya hazırdı artık. Tahta merdivenlerin gıcırdamaması için destek alırcasına elini duvara dayadı.
"Kahvaltı etmeden mi çıkıyorsun?" diyen ablasının sesiyle durdu. Ablası sabahlığının kuşağını bağlarken bir taraftan da çıplak ayaklarına giymek için terlik arıyordu. "Niye erken kalktın, bu saatte dükkanda ne yapacaksın, akşam da geç geldin, bir türlü konuşamıyoruz, bu meseleyi bitirelim, böyle olmaz oğlum, kaçmakla bir yere varılmaz, dur sana çay yapayım, çay içerken konuşuruz ," diye arkası gelmez bir şekilde sözcükleri sıralıyor, cevap beklemeden günlerce konuşmak istediklerinin özetini yaparcasına konuşmasına devam ediyordu. "Çok iyi bir kızcağızmış, kimi kimsesi de yokmuş, iyi eş olur diyorlar, bugünlerde bir gidip göreyim diyorum."
Bir ayağı merdiven başında, bir ayağı ilk merdivende, ablasının hem terliğini araması, aynı anda bir saatlik konuşmayı bir dakikaya sığdırması başının ağrısını artırmıştı. "Abla!" diyebildi sadece. Abla devam ediyordu. "Böyle olmaz, artık otuz yaşına geliyorsun, evin barkın olsun, sen de çoluk çocuğa karış istiyorum."
"Başım çok ağrıyor, dükkan da kirli, biraz erken gidip temizlemek istiyorum, müsaade ederseniz, akşam gelince konuşmamız mümkün mü?" diyebildi sadece. Ayağına terliğini bularak giyen, sabahlığının kuşağını da en nihayet bağlamış olan abla, kardeşinin yanına gelip yanaklarını öptükten sonra, "Hayırlı işler olsun, akşam bereketinle dön," diyerek yolcu etti kardeşini. Aynı zamanda arkasından yine iki lafı eklemeden edemedi, "Akşama erken gel konuşalım."
Kardeşi çıktıktan sonra abla, eşi ve okula gidecek çocukları için kahvaltı hazırlıklarına başladı. Aynı zamanda kardeşinin erken gidişi hakkında kendi kendine yorum yapmaya başladı. "Sokağın kızlarından mı kaçıyor acaba, yoksa yoksa yine o kadın için mi bunca sıkıntısı? Nesi var bu çocuğun? Allah'ım günlerdir bir hayalet gibi gelip gidiyor".
Çok yakışıklıydı kardeşi, onun geliş gidiş saatlerini bilen sokağın bütün kızları kafes arkalarına üşüşür geçişini seyrederlerdi, her fırsatta. "Abla, abla?" derler kendi peşini de bırakmazlardı. "Şu güzel kızlardan birine gönül vermedi de gitti dul bir kadına gönül verdi," diye hayıflandı. Neyse ki geçenlerde bittiğini söylemişti. "Hem büyük, hem dul, benim kardeşime göre değil!" Kendi kendine bir söylenip, bir düşünüp çayı demledi, kahvaltıyı hazırladı.
Marangozhaneye girdiği zaman gerçekten çok dağınık bırakmış olduğunu gördü ama toplamak temizlemek yerine kafasını iki elinin arasına alarak bir tahtanın üzerine çöktü. Başının ağrısını geçirmeye çalışarak şakaklarını hafif hafif ovaladı, yok geçmiyordu bir türlü...
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Kalktı kapıya doğru yürüdü, tam kapıdan çıkmak üzereyken, dükkanın açıldığını gören kahveci çırağı çay getirdi. "Ben de çay içmeye geliyordum, çok iyi oldu" dedi ve ekledi, "Dur biraz, iki satır yazı yazayım da, benim aşağıdaki eve götür." Kahveci çırağı hafif tebessüm ederek, "Tamam abi, zaten o tarafa yolum var, veririz yengeye," dedi.
Kahveci çırağı çıktıktan sonra çayını bitirdi ve kaçınılmaz olan dağınık dükkanı toplamaya başladı.
Kafasına düşüncelerin bir gidiyor biri geliyor, bitirmek istediği işi kendine mazeret arar gibi, sorularının cevaplarını da kendi veriyordu.
"Bitirmeliyim artık, bir sene oldu neredeyse."
"Zaten başlaması hataydı, oldu bir kere."
"Hiç bir ümit vermedim ama, o her şeye razı oldu."
Çok sevmişti onu genç kadın, o da sevmişti, sevmişti de keşke bu türlü olmasaydı. Bu şekildeki birliktelikleri hiç hoş değildi. Genç kadının ona olan sevgisi, hiçbir karşılık beklemeden evini açışı, beraberlikleri hepsi bir anda olmuştu. Kendi de kapılmıştı işte. Sonra aradan geçen zaman ikisini de sevgiye boğmuş, değer yargılar önemsenmemiş, kimseleri umursamaz olmuşlardı. Her beraberliklerinin sonunda, "Bu son olsun," düşüncesiyle ayrılmış sonra yine sevgisine yenik düşüp ona dönmüştü. Evlenmek istiyordu genç kadın, sevgilisini sıkmadan arada bir dile getiriyor, alacağı cevabı bildiği için hemen susuyor, başını öne eğerek, "Bu sevgin de yeter bana," diyordu. Çok acı konuşmuştu sevdiği kadına karşı, onu sıkan buydu.
"Bugün benimle hesapsız birlikte olan birini nikahıma alamam, karım diyemem, ben bu güveni duyamam!" demişti.
Her şeye razı olacak kadar çok seviyordu genç kadın onu. Bunu fırsat bildiği için de kendi kendine kızıyor, sona erdirmeye çaba gösteriyor ama sevgisi de bunu engelliyordu.
Başının ağrısı geçmemiş daha da artmıştı sanki. "Bu gece bu işi bitirmeliyim, hem ona hem kendime yazık ediyorum, kangren olan parmağı keserler," düşünce kararlığı biraz içini rahatlattı.
Kapının tokmağını çalmış açılmasını beklerken içeriden seke seke gelen neşeli ayak sesleri biraz içini burktu. "Hayır vazgeçmemeliyim," diye düşündü. Kapı açıldığı zaman içeriden nefis yemek kokuları geliyordu. Genç kadın kahveci çırağının getirdiği pusuladan sonra akşama hazırlık yapmış ona güzel mezelerle dolu bir akşam sofrası hazırlamıştı.
Birliktelikleri ikisine de huzur veriyordu, birlikte yemek yiyorlar, biraz alkol alıyorlar, eğer denk düşerse radyodan yayılan fasıla eşlik ediyorlardı.
Genç kadın beraber oldukları geceler hiç uyumaz sabaha kadar sevdiğini seyrederek geçirirdi.
Yemeğin sonuna doğru bir kadeh daha içmek istediğinde,
"Çok oldu," dedi genç kadın.
"Bırak içeyim, bu gece sana vedaya geldim. Artık ayrılma zamanıdır, uzadıkça daha çok çıkmazlara giriyoruz, her son dediğimiz yeni başlangıçlara giriyor," diyerek içmesine devam ediyor, başı önünde mezeleri çatalının ucuyla karıştırıyordu.
"Bırak gideyim, sonu yok bunun hem ben senin sevgine layık değilim, hem bu durumda sana da kötülük yapıyorum." Yavaş yavaş içkinin verdiği uyuşuklukla devam etti " bu gece son daha sonrası yok."
Gözleri nemli dinlemişti genç kadın bütün bu söylenenleri, konuşmaya çalıştı birkaç kere ama hiç sesi çıkmamıştı. Sonra yavaşça yerinden kalkıp sevdiğinin yanına geldi, başı önünde konuşan sevdiğinin yüzüne eğilerek, "Ben sana her şeyimle, yüreğimle vurgunum. Sen beni sürgüne yolluyorsun, haksızlık bu!" diyebildi.
Sabah burnunun ucuna hafif hafif esen bir rüzgarla uyandığında gün ağarmıştı. "Sızıp kalmışım," diye düşündü. Kendini toparlamaya çalıştı, ne olduğuna anlam veremiyordu, kendine tam gelememişti henüz. Akşam ne olmuştu diye düşünmeye çalışırken onu gördü.
Tam başucunda boynuna geçirdiği bir iple kendini asmıştı sevdiği, asıldığı yerde sallanıyor, sallantısı yüzüne doğru esinti yapıyordu.
Ve bitmişti beraberlikleri işte, yıllarca sürecek bir vicdan azabı bırakarak.