Pazartesi, Ağustos 29, 2011

ÇİFTE BAYRAMIMIZ

Bir Ağustos ayı daha bitti, bir ramazan ve bir yaz mevsimi daha. Sonbaharın ilk günleri yaşayacağımız bir bayram var önümüzde ve iki bayram arası bir sonbahar. Tüm hızınla oda gelip geçecek anlaşılan...

Gittikçe buruklaşan bayramlar her yıl daha bir arayış içinde çıkıyor karşıma. Geçmişinden kopamayan çok kişi gibi benimde birkaç yıl öncesine kadar söylediğim ''nerede o eski bayramlar'' söylemi bir yerden sonra çok anlamsız gelmeye başladı.

Ne o yani! şimdi Örtmen Feridanım Teyze bir köşesi işli poplin mendil ve içine konulmuş bir çikolata verse bayram mutluluğunu mu yakalayacağım yada kırmızı rugan ayakkabılarım, içine giydiğim ponponlu beyaz çorabım ile kabarık etekli elbisemle babamın veya annemin elinden tutmuş, seke seke bayram gezmesine gittiğim zamanındaki heyecanımı yaşayacağım.
Yada, boynu bükük bayramların gelmesine kızdığım zamanlarda en küçük kardeşime bayram coşkusu yaşatmak için kızgınlığımı bayram tatlıların içine saklladığım bayram günlerini mi arıyacağım. (Şimdi öyle bir kardeşim bile yok)

Çalıştığım günlerin gecelerinde kızlarıma hevesle dikdiğim bayram giysilerinin, bayram sabahındaki sevinçlerini nasıl toplayabilirim zamanın içinden. Bayramın sonuna gelen hafta sonunun, çocuklarımla daha fazla vakit geçirmek keyfini bulabilirmiyim? ki ''nerede o eski bayramlar'' diyebileyim.

Bayramların hiçbir suçu yok, bayramlar hep aynı eski bayramlar, değişen bizleriz, değişen zaman, değişen yaşam. Bayram mutluluğunu yaşadığın zaman içinde yakalamak belkide bütün mesele. Doya doya yaşamak, bir daha gelmeyeceğini bilerek yaşamak, anılarımıza tat bırakacak şekilde yaşamak.

Benim için şimdi bayramlar, dedelerinin torunlarımıza verdiği harçlıkların onların gülen gözlerindeki ışıdayan sevinci, onlar için kurulan bayram sofraları, onlarla hep birlikte gidilecek geziler, küçücük yüreklerine geleceğe bayram anısı bırakma duygusu, coşkuları, kahkahaları.


TÜM DOSTLARIMIN, BLOGUMA YOLU DÜŞEN YOLCULARIN VE TÜM İSLAM ALEMİNİN ŞEKER BAYRAMINI VE ''NE MUTLU TÜRKÜM'' DİYENLERİN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLAR, MUTLULUĞU BULUNDUKLARI ZAMANIN İÇİNDE EN GÜZEL ANILARLA DOLU DOLU YAŞAMASINI TEMENNİ EDERİM. İYİ BAYRAMLAR

Sevgilerimle...



Salı, Ağustos 23, 2011

BAYRAM MENÜSÜ




Mantar çorbası





Keşkek









Zeytinyağlı biber dolması







Şakşuka








Kıymalı su böreği





Cevizli kadayıf










Fotoğraflar: Görsel alıntıdır

Fotoğrafta göründükleri gibi enfes olabilir mi? Sanırım becerebilirim...


Bayrama bir hafta var, eh benim gibi ağır biri için ancak yetişir. Önce menü yapmalıyım ki! en düşündüren tarafı da budur. Üç aşağı beş yukarı aynıdır yapılanlar ama en azından şekillenir de işin yarısı bitmiş olur:)

Geleneklerimiz özel kılar bayram yemeklerini, tadı, hazırlanması, sunumu bir başka olur. Ziyaretçilerin sevgisini saklar içinde...

Menü çekici geldiyse, buyrun beklerim. Açık adresim aşağıdadır...


Efendim! aslında konumuz ne yemek nede tarifleri. Herkes tarafından bilinen, yapılan, olmadı tarifini bir tıkla alacak binlerce site var.





Konumuz ''Keşkek''
Keşkek'le tanışmam evliliğimin ilk yıllarına rastlar. Keşkek bir yöre yemeği olduğundan, yöresiz olan ben keşkeği ne bilirdim ne de görmüştüm. Bir bayram günü tanıştım kendisinle, o bana baktı ben ona. Adı bile garip geldi ''pişman olmuş gibi birşey'' dedim. Görünümü çekmedi önceleri, israr falan yedim. Yemez olaydım, sonraları rüyama bile girmişti. Gençlik, iş güç, unutuldu gitti, ta ki bir sonraki bayrama kadar. İlk tanıştığımda kurban bayramı olması nedeniyle etli yapılmıştı, on ay sonraki ramazan bayramında bu sefer tavuklu olanınla tanıştım...

Eşimin annesi nedense sadece bayramlarda yapıyor, bayram yemeği deniyordu. Yörelerine göre bayram keşkeksiz olmazsa olmazlarıydı. ''Neden sadece bayramlarda'' soruma ''zor'' cevabını alıyordum. Kocaman kazan gibi tencereleri, tencereye uygun koca tahta kaşıkları gördükçe yapmak için yanınan bile geçemeyeceğimi düşündüm. ''Zor'' dediler ya! Çok uğraşısı varmış, altı çabuk tutarmış, devamlı karıştırmak etini buğdaya yedirmek gerekliymiş falan filan. Sevsekte bayram yemeği işte, bayramı bekle ye...

Çocuklarımda çok sevmişlerdi, önceleri onlarda bayram yemeği olarak alıştılar ama bu bana göre değildi .Çocuklarım çok sevdiyse keşkek bayram yemeği olarak kalmamalıydı. Nasıl yapıldığını az çok bilsemde tam tarif istediğimde '' zordur yapamazsın'' cevabı beni kızdırdı, ''en azından denerim'' dedim ve zorla uyduruk bir tarif aldım. O zamanlar internet yok ki bir tıkla bin tarif olsun.
Efendim, ne zor nede uğraşısı çok, tabi her yemek gibi zaman alıyor, hepsi bu.



Hem sırf bayramlarda değil canımızın istediği zamanlarda yaptım, yapıyorum.

Tanıdığımız herkesten de güzel yaptım. Ben değil eşim söylüyor:)

Tanışmayan, denemek isteyen herkese tavsiye ederim...


Adres:
Sevgi Bulvarı
Dost sokağı
Gönül apt.
7/24

Sevgilerimle...


Pazar, Ağustos 21, 2011

BUGÜN BİZİM EVDE DE KAVGA VARDI !!!











"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.

Mutfak işinden de anlarım.

Donattım sofrayı.

Bayağı uğraştım.

Hepsinin ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti.

Birinin yediğini öbürü yemez.

Ötekinin içtiğini beriki içmez.

Dört kişilik sofra kurdum.

Mumları da yaktım.

Bak hepsi Erick Satie severdi.

Hatırladım.

Müziği de ayarladım.

Geldiler.

20 yaşımda ben,

35 yaşımda ben,

40 yaşımda ben ve

bugünkü ben dördümüz.

Birden 20 yaşımı 35 yaşımın karşısına oturttum.

40 yaşımın karşısına da ben geçtim.

yirmi yaşım otuz beş yaşımı tutucu buldu.

Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

Yatıştırayım dedim.

"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.

Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.

Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.

Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...

CAN YÜCEL

Salı, Ağustos 09, 2011

TATİLİN AÇILIMI TEMBELLİK (Mİ?)





''Tatil'' denince artık benim de düşündüğüm gerçek dinlenme olmalı diyorum, ''artık'' dememdeki sebep biz emekliler olarak zaten tatildeyiz diye düşünülür ya! yani en azından emekli olmadan önce ''oh emekli olunca 365 gün tatil ne güzel'' diye en önce ben düşünürdüm. Öyle değilmiş, şehrin göbeğinde yine de yaşamın tüm zorlukları çalışıp çalışmamayı pek farkettirmiyormuş...



GEZİ GÜNLÜĞÜ (2)
Bayan pansiyon sahibimiz bizi tüm içtenliğinle karşıladı, sarılıp öpüştük, elleriyle bavullarımızı alıp bizi odamıza yerleştirdi. Oysa üç kere telefonda rezervasyon ve bazı bilgiler için görüşmüştük. Ama karşılama dostluk çok eskiye dayanıyormuş gibiydi. Doğru yere geldiğimize hemen o zaman inandım, sonrasında tanıdıkça köyün gerçek yerlilerinin çok içten ve göründükleri gibi kişiler olduğunu anladım.




















Deniz, bahçe, oda; araları üçer adım olması ve köyün sakinliği tam düşündüğümüz tatil seçeneğiydi. Tatilimizi geçireceğimiz yerin tertemiz ve klimasıyla ferahlamış olması bana en lüks daireden daha değerli geldi. Yerden tavana hem pencere hem kapı vazifesi gören büyük camın önünde uzanan deniz manzarasında sanki denizin içinde gibiydik. Karşımızda dağ ve hatta dağlar, dağlar vardı.




Deniz etrafı dağlarla sarılı olması nedeniyle aynen bir göl manzarasını andırıyor, gizli geçit gibi görünmez bağazı akdenizin sularına açılıyor ama bunu sahilden görme imkanı yok.




















Sadece tepelerde bulunan evler muhteşem boğaz manzarasına hakim. Koy olmasına karşın deniz çok temiz ve berrak, kıyıda denizin en ince kumu ve çakıl tanesi bile görülüyor, daha açıklarında derinlikler mavi berrak su gibi. Balıklar denize girenlerle arkadaş olmuş, ayakların aralarından süzülüyor, kah kaçıyor kah ayaklara dolanıyorlar...


Köyde fazla anahtar,kapı,kilit sorunu yok, bugüne kadar hiç hırsızlık ve kavga olmamış meğer.
Köy bakkalları gelen taticiler için bile fazla değişikliğe uğramamış ama satılacak mallar bir tatilcinin her ihtiyacını karşılayacak şekle dönüşmüş. Köyün içindeki kahve ise sabah çok erken bir saate açıyor ve mis gibi çayını demliyerek müşterisini bekliyor.

Köyün tertemiz havası sayesinde sabah erkenden kalkmak, günü değerlendirme açısından tatili uzatmak gibi düşünerek sabahın erken saatinde köye gazete almaya gitmek ve köy kahvesinde sabahın ilk çayını içmek ikimizide çok mutlu ediyordu. Kahvaltıya kadar denize girip yüzmek sonra dönüp gazete okumak ve hazır bir kahvaltıya oturmak herhalde düşündüğüm tatil şeklinin en güzel tarafıydı. Hele sonrası! kitap, salıncak ve kahve:)

























Tatilimiz çok sıcak bir zamana geldi ve köyde de hava gerçekten çok sıcaktı ama havasında nem bulunmayan bu güzel köyde, evdeyken elimden eksik etmediğim kağıt havluma hiç ihtiyacım olmadı. Yine de öğlen sıcaklarını ikindi deniz zamanına kadar serin odamızda biraz uyku biraz kitap ile verandada (çok yorularak kendimiz yaptığımız:) kahve ile geçirdik...
























Selimiye köyünün sahili boydan boya pansiyon, apart, motel görümünde olsada hiç yüksek bina yok. Tüm pansiyonların yada apartların denizle aralarında sadece bol ağaçlı bahçeleri var. Ağaç altında otururken canın deniz istese yüz gel yine otur:))





Bütün gün köyün içinde ve sahilinde gravatıyla gezinen muhtarı olan, sahilindeki ilkokulunu yazın öğretmenlere tatil kampı yapan bu köye yürekten talibim ben...




Pazar, Ağustos 07, 2011

DENİZ SUYU TÜKENİR Mİ?






'' Son demler bunlar.''
'' Yaşamak değil, yaşadım diyebilmek için.''




GEZİ GÜNLÜĞÜ (1)
Verandaya çıktığımda ilk gördüğüm muhteşem denizden kova kova deniz suyu alıp sıcaktan kavrulan betonlara döken genç bir çocuktu. Aniden herşey gibi denizin de tüketilme korkusu girdi yüreğime. Sonra kendime gelip gülümseyerek ''deniz bu, hiç üç kovayla tükenir mi?'' dedim.

Uykusuz geçen bir geceden sonra, yol yorgunu olarak tatil yerimize vardığımızda dinlenmek ve öğlen sıcağını geçirmek için hemen yatmış, yarı uyku ile yarı uyanık geçen bir saatin sonunda heyecanla etrafı görmek amacıyla pansiyonun varendasına çıktığımda bile neredeyse daha ayakta uyumaktaydım. Ama gördüğüm muhteşem bir deniz manzarası ve etrafımı dörtbir yerden saran dağlar burada bulunduğum sürece uykuyla vakit geçirmemem gerektiğini söylüyordu sanki...


Mayıs ayı sonunda Haziran ayı için aldığımız uçak biletlerini eşimin ani rahatsızlığı nedeniyle bir kere ertelemek, tahlil ve kontrollerin bitmemesi üzerine bu seferde açığa almamız gerekti. Bu arada tam ne tür bir tatil, yada gitme düşüncesinde olduğumuz yer konusunda kararsızlık yaşarken ertelenen tatil planı araya giren zamanda bizi araştırmaya yönlendirdi.

Araştırmam neredeyse bir ayı aştı, internette Ege'nin kuzeyinden başlayıp güneyine kadar adım adım gezdim. Bu arada Ege'nin tüm koylarını ezberledim diyebilirim. Neredeyse umutsuzluğa kapılmak üzereydim, çünkü çok şey istiyordum ve istediklerim bir araya gelmesi imkansız gibi gözüküyordu. Facebook'da tüm arkadaşlardan yardım bile istedim. ''Önü deniz, arkası dağ, yeşillikler içinde, sakin, sessiz, bahçesi olan, ucuz, temiz bir yer önerenin kölesi olurum.'' demiştim;...


Beş yıldızlı oteller, üç yıldızlı moteller, tatil köyleri falan zaten bütçemi çok aşar, amma bütçem müsaade etse bile hiç sevmem, askeri kışla gibi gelir bana. Üstüste yığılma kavisli beton bir bina, birbirinin benzeri yüzlerce balkonun havuza dönük soğuk görünümü, bakımlı ama yapay gibi duran yeşillik, gün içinde yüzlerce insanın sınırları olan havuzun içinde debelenmeleri, önünde uzayan muhteşem denizin (bir tek o gerçektir) plaj kumunda yanyana dizilmiş samimi olmak zorunda bırakılan şezlongları, sabahın köründe yer kapma kaygısı. Yemek vakitlerinin belirli zamana sıkıştırılması, ne kadar çeşit olursa olsun ne yemek istediğinin başkaları tarafından menülendirilmesi, kışlık yiyeceklerini bedenlerine depolayanların yarışı ve gürültü.
Arayışlarımda promosyonları bile olsa bu yerler yoktu. Apart'ta istemiyordum, bir evden çıkıp başka bir eve girmek ve hele hele bu evde de bir mutfağın bulunması beni bunaltabilirdi. Aslında kendi pişirdiğini yemek güzel görünse bile bu yıl salon, oda, mutfak üçlüsüne tahammülüm yoktu. Düşündüğümüz tatil; deniz, kitap, bahçe üçlemesinden oluşmalıydı...


''Hayat gezince güzel'' Fatih Türkmenoğlu'nun CNN de yaptığı programla tatilimiz şekillendi. Daha önce gösterilen bir gezi programını sanki bize yön vermek ister gibi tekrarı çıktı karşımıza. Marmaris'e bağlı köylerini geziyordu, Bozburun ve Selimiye köylerini tanıtırken sanki bize de ''buraya gelin'' der gibiydi. Ve internet sitesindeki yazısı ile kararımıza nokta koydu.

''Aklım Selimiye'de kaldı
Selimiye, Marmaris’in en güzel koyu bence. Denizin yanında bir kahvehane, ayaklar suda, üzerimde üzüm salkımının gölgesi. Kâh bir üzüm atarım ağzıma kâh ahşap iskemleden kaykılır, hızlıca denize atlayıp çıkarım. Yok yok; ben burada kesin aklımı kaçırırım!''


Gideceğimiz yer artık belliydi. Marmaris Selimiye köyü..







LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...