Cumartesi, Eylül 24, 2011

MUĞLA YOLLARI








Elimde bavulum, içine alelacele tıkıştırdığım bir iki giysinin yanına sevinçlerimi, acılarımı, sıkıntılarımı da sıkıştırdım gidiyorum. Haa birde fotoğraf makinamı aldım, gezdiğim-gördüğüm güzellikleri, birlikteliğimizi fotoğraflamak için.

Bir yılı geride bıraktık, üzerinede üç ay ilave ettik, çok şey birikti paylaşmak adına.
Gün boyu gezmek, bütün gece dertleşmek, saatlere bağlı kalmadan özgürcene yaşamak için.


''Sana özlem birikti içimde, dağıtmaya geliyorum arkadaşım.''




Pazar, Eylül 18, 2011

İNSAN OLMAK VE İNSANLIK DAİMA VAROLSUN



Blog dünyasının yaşamımıza girmesi kaybettiğimizi sandığımız bir sürü değerleri bize yeniden kazandırdı. Bir sürü dostluklar edinmemizin yanında bilmediğimiz bir sürü yaşamlarada ortak olduk, acılarımızı paylaştık, sevinçlerimize birlikte sevindik.


Artan blog sayısı her birimize geniş bir çevre ile geniş görüş imkanları sundu...


Alışkanlıklarımız oluştu ve şu beyaz camı açtığımızda görmek istediğimiz dostlarımızın yazılarını arar olduk. Dostlarımızın her satırı kışın içimizi ısıtırken yazın da yüreğimizi ferahlattı...

Ayrılan-bloglarını kapatan blog dostlarımızı, kazandığımız zaman ne kadar sevindikse ayrıldıklarında da katbekat üzüntüsünü hissettik...

Şimdi aramızdan ayrılmayı, çok daha kötüsü döne döne okunası yazılarını bir daha bulamayacağımız bir dostumuz blogunu tamamen kapamayı düşünüyor.Bu benim canım Arkadaşım , buradan ona seslenerek acizane tavsiyede bulunarak bu düşüncesinden vazgeçirmek umudundayım...


Sevgili Asuman'cım, canım arkadaşım, değerli dostum. (Yani daha yazarımda:)
Bir karar vermişsin, bu kararına saygılıyım (saygılıyız). Sana seslenişim acizane kendi düşüncelerim.

Belki ileride ihtiyaç duyacağın, belkide pişman olacağın ''bu benim işte'' dediğimiz kendimizi kendimize ifade ettiğimiz, kendime ait bir oda olarak gördüğümüz blogunu kapatma derim.

Kepenkleri kapama arkadaşım. Bilirsin, eskiden bakkallar kapılarına ''bir saat sonra gelicem'' levhasını asar giderlerdi. Ne zaman gidersen git kapıdaki levhaya göre bir saat sonrasında geleceğini düşünürdün. Sende öyle yap arkadaşım...

Yorulmuşsundur yada geçici bir yılgınlık yaşıyorsundur, çok doğal. Yakında bir tatil yapacağını biliyorum, git, gez, düşün ve dön. Geldiğinde biz seni burada bekler olacağız, Döndüğünde yüreğin nerede gezinirse satırlarında orada buluş. Haftada bir olur, üç günde, beş günde. Yağmur gibi ol arkadaşım, bazen üstüste bazen arada bir. Ama damlaların eksilmesin şu sanal alemde...

Yine de son kararına dediğim gibi saygılıyım, son söz senin. Eğer yazıma cevap vermek istersen, blogunda ''bir saat sonra gelicem'' levhasını as yada hiç cevap vermeden kepenklerini kapa. (yani kepenk işinide için elverirse yap bakalım:)))



Dostluk adına...

Cumartesi, Eylül 17, 2011

SARGIN










Eylül en sevdiğim aydır
ama sen gitmek için Eylül'ü seçtin.

Okulların açıldığı ilk gün ne çok sevinirdim
ama sen gitmek için o günü seçtin.

Doğduğun günü tam bilmez
''Eylül'ün bir günü işte'' derdin.

Ben kırkdokuz yılın 17 Eylül gününü
takvimlerden sildim
''Eylül'ün bir günü işte diyorum.

Şimdi nerdesin bilmiyorum
ama beni duyduğunu biliyorum.

Bak haykırıyorum duy sesimi duy annem
seni çok seviyorum...

Perşembe, Eylül 08, 2011

ULAŞIMI EN YAKIN KAPIDIR KOMŞU KAPISI !!!

Geride bıraktığımız hafta sonu davul-zurna eşliğinde iki gelin bir asker uğurladık sokağımızdan. Gelinlerimize bir ömür boyu mutluluklar, askere giden oğlumuza da hayırlı tezkereler diledik.
Kendi kendimize, yani eşimle ben, otuduğumuz yerden.

Davul-zurna sesine çıktık cama, gelinleri gördük bembeyaz gelinlikleri içinde. İlk gün bir gelinimiz yanımızdaki binadan, ertesi gün giden gelinimiz ise karşımızdaki binadan çıktı. Gelinleri almaya gelen damatlar ve yakınları eşliğinde süslü gelin arabalarına binip gittiler.

Askerimiz çaprazımızdaki binanın delikanlısı, (olmalı ki) bayraklarla arkadaşları gelip aldı, arkasından davul-zurna çalındı, yakınlarının ellerinde mendiller, gözlerinde yaşlar vardı. Anacığıydı en çok ağlayan, iki koluna girenler teselli etmeye çalışıyorlardı.

''En büyük asker bizim asker'' sesleri de gelin arabalarının ''geldik aldık, götürüyoruz'' diyen kornaları gibi gittikçe uzaklaştı. Sonra sokağımız da eskisi gibi geçen arabaların gürültülü sessizliğine döndü.

Camlara çıkanlar içeri girdi, kimisi televizyonun karşısına, kimisi yarım bıraltığı işinin devamına, kimisi de benim gibi bilgisayarın başına geçti...



Altı yaşlarındaydım sanırım, karşı komşumuz Emin amca felç geçirmişti. Felç nedir o zamanlar bilmiyorduk ki, biz çocuklar için Emin amca hastalanmıştı. Sokağımızın Emin amcası eşi Asiye teyze ile yanlız yaşarlardı ama o zamanlar hiç kimse yanlız değildi. Emin amcanın hastalandığında bütün sokağımız o evde ve Asiye teyzenin yanındaydı. Hiç yanlız kalmadılar ne o gün ne de sonraki günler. Günlerce evlerimizde radyolar açılmadı, biz çocuklara sokakta oynarken sessiz olmamız için sıkı sıkı tembih edildi.
Her gün çağrılmadan semtimizin doktoru elindeki siyah çantayla geliyor, iğneci uğrayarak iğnesini yapıyordu. Emin amcanın devamlı oturduğu camın önünde tekrar görünmesine kadar evlerinin kapısı hiç kapanmadı.

Daha sonraki yıllarda Ayten ablanın annesi camdan düştüğünde sokağımız yine bir ev gibi olmuştu. Köşe başındaki ahşap evde otururlardı Ayten abla ile annesi. Semtimizin en güzel kızı Ayten ablanın camdaki sardunyalarına su veren annesi ahşap çerçeve ve sardunyalarla birlikte ikinci kattan yere düşmüştü. Hastahane, ambulans, doktor olmuşmuydu şu anda hiç hatırlamıyorum da çok iyi hatırladığım tüm sokak sakinleri tanıdık imkanlarını kullanmış, en iyi kırıkçıyı bulmuşlardı. Bizim zamanımızda kırılan kemikleri alçıya alma işlemine güvenilmez kırıkçılara emanet edilirdi. Kırıkçılar incecik çıraları ve sargı bezi yerine geçen eski çarşafları kullanırlardı kırıkların tedavisinde. Asiye teyzeynin tüm kırıklarını bu durumda sarıp sarmalamışlar yatağına yatırmışlardı. Geceleri yada uyku esnasında bilinçsiz kıpırdama olmasın diye nöbet tutuldu, bu nöbetleri değiştire değiştire tutan yine komşularımızdı. Asiye teyzenin de kapısı aylarca açık kaldı ve Ayten abla hiç yanlız olmadı.

Annemin aylarca çektiği acıyı geceyse yanan ışıkları ile, kapımızın her an çalınışıyla acıya iştirak vardı. Annem bizleri erken terkettiğinde tüm sokağın kapıları yine açıktı. Günlerce evimize tepsilerle yemekler geldi, öyle ki yemek yemek ızdırap olan evde gelen yemekleri geri çevirmek ayıp olur diye evdeki yakınlarımız komşularımıza birlikte yemeği teklif etmeye başladılar. Tüm sokağımız öksüzlüğümüzü paylaşmak için hep evimizdelerdi.

Arkadaşım Hatice'nin ablasının düğün öncesi çeyizleri tüm evlerde yıkandı, sokağımızın tüm bahçeleri misler gibi sabun kokan patiska çarşaflar, incecik dantellerle dolmuştu. Yine tüm bu çeyizler her evde ayrı ayrı ütülendi, bohçalandı, kurele bağlanarak gelin evine gönderildi.

Arka sokağımızda başlayan yangın onbir ahşap evi kül ettiğinde de tüm kapılar yine açıktı. Mağdur olan hiç bir komşumuz afet çadırlarına muhtaç olmadan yeni düzenlerini komşu desteklerinle yeniden kurdu...



Yeni kurulan aile hekimliği yürürlüğe girdiği zaman ilaç yazdırmaya gittiğimizde kaydımızın bir düzensizlik sonucunda kayıtlara geçmediğini öğrendik. Bilgisayarlarda kopmalar olduğunu söyleyen doktorumuz bizden adres istedi. Adres ve kimliklerimizin ibrazı ile ''bu kayıtlar bizde yok, bir yanlışlık var'' dendi.
iki yılan fazladır oturduğumuz evimizde muhtar kayıtlarımız tabi ki vardı ve bu belgeler ile yeni kayıt yapılacaktı. Kayıt yapacak bayan doktorumuz yine bir yanlışlık olmasın diye bizden komşularımızın isim ve soyadlarını istedi. Tek verebildiğimiz bina görevlisinin adı ile kaçıncı katta oturduğunu bilmediğimiz bir isimdi. Eşimle birbirimize baktık ve yalan beyan ediyormuş gibi çok utandık, duyduğumuz bir iki isim daha geveledik, sağlıksızca...

Aslında utandığımız ne doktordu ne de yardımcısıydı, biz insanlığımızdan, insanlıktan, dostlukta-komşulukta geldiğimiz yerden utandık.

Çok acıdır ki asansörde veya kapı sahanlığında verdiğimiz selam haricinde komşuluk ilişkisi kalmamış olduğunu bir kez daha anladık.

Kimsenin kimseye bir kahveye bile gitmediği binada tek komşuluk üst kata oturan Ayşe Hanımın bana ulaşan ayak sesleri. Ulaşabileceğim en yakın kapı olan yan dairemin tek komşuluğu kapı anahtarının sesi.
Komşularımı tanıma açısından tek yapabildiğim ise girişteki ilan panosundaki aidat listesi...







Cumartesi, Eylül 03, 2011

HAYAT HEP SONBAHAR OLSA








En güzel mevsimdir sonbahar, en güzel aydır eylül. Aslında her mevsimin, her ayın kendine özgü güzelliği vardır da, sonbahar ve ilk ayı olan eylül çoğumuz için bir başka güzellik taşır. Tatlı bir hüznü vardır sonbaharın, yazın bunaltıcı sıcakları sonrası tatlı bir serinliğe kavuşmanın rahatlatıcı duygusu, rüzgarların hafiften kendini göstermesinin huzuru çok güzeldir...

Doğanın kışa hazırlanışını gözlemlemek ayrı bir zevkdir, doğanın bizlere sunduğu renk cümbüşü gözlerimizi kamaştırır. Ağaçların, kışın bedeninde besleyeceği yeni fideleri için dallarında temizlik yapmasının burukluğunu yaşasak da doğanın muhteşemliğini yaşarız Sonbaharda...

Eylül ayı sanki hayatımızı düzene sokmak için vardır, yeni başlangıçlardır. Her çocuk eylül ayında bir yaş daha büyür, yeni bir ders yılı yeni bir yaştır onlar için. Öğretmenlerde yeni bir dönem için hazırlanırlar, iş hayatımızda, yaz başında gevşeyen işlerimizi daha sağlıklı bir şekilde topladığımız aydır Eylül, evlerde yapılan kış temizliği zevk vermese de çıkardığımız sonbahar giysilerimizi özlediğimizi görürüz. Benim için her şeyden önce balık mevsiminin başlamasıdır. Yeni yayın dönemidir, Tv.lerde bayat programların yenilenmesidir. Özlenen dost sohbetleridir, yazın aranan soğuk içeceklerin yerine ikindi çaylarıdır. Yaz tatili telaşının bitmesi, toplanan enerjinin yayılmasıdır. Tiyatro, sinema, kültür zamanıdır, yağmur olmaya hazırlanan bembeyaz bulutlardır, gökyüzünü süsleyen rengarenk uçurtmalardır...

Bitmeye hazırlanan bir yılın son mevsimidir, yakalamaya çalıştığımız son yaşanmışlıklardır...

Yaşamda öyle değil midir?
İlkbaharın coşkusunu geride bırakmış, yazın telaşını bitirmiş ''unumu eledim, eleğimi astım'' misali gibidir yaşamın Sonbaharı'da.
Tatlı hüznü yanında tatlı başlangıçları vardır. Özgürlük bir başka yaşanır, daha çok zamana sahip olmak yeni uğraşılara yöneltir, yaşama yeni düzen verilir. Daha duru yaşamaktır hayatı, kah bulutlarla birlikte yağmura arkadaş, kah uçurtmaların renkli coşkusuna sarılmaktır. Her mevsimini doya doya yaşadığın doğa ile iç içe olmak bütünleşmektir...

Yaşamın sonbaharı, geride kalan bebeklere bir kuşak sonrası yeniden sahip olmaktır, ailenin büyümesi-sevgilerin çoğalmasıdır, yaşanılan güzel günleri anılara depolamaktır, kaybolan canlılık-görünüm-zihinsel keskinlik-refleksler azalsa bile peşinden koşulan mutluluğu yakalamaktır...

Herkesin bu mutluluğu yakalaması dileklerimle sevgiler...



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...