Ara sıra kıyısından dokunsamda, rengini ortaya koyacak bir şekilde açık olarak bloguma siyaset bulaşırtmak hiç istemedim (di). Ama ülkemde bir yangın var, yangının içinde çocuklar var, yangının içinde kadınlar var, yangının içinde yurdum var, yangının içinde körpecik bebeklerin geleceği var...
Son günlerde yazmak isteksizliği duyuyorum, yazmak istiyorum yazmıyorum-yazamıyorum, ne yazarsam laylom geliyor bana, hep parmaklarım gidip aynı yerlere takılıyor. Okumakla geçiştirmek istiyorum yazma duygularımı, olmuyor. Kaçmak istedikce aynı yerlerde dolandığımı görüyorum, beynimdeki tokmak hiç durmadan sinirlerime saldırıyor. Acımasızca saldırıların karşısında bir boyun eğen de ben olmak istemiyorum, işte bunun için yazmak istiyorum. Siyaset olur (muş) mu? ondan da vazgeçtim. Gerçi beni kim duyar, kim görür yada görüşlerim neyi değiştirir? ki. Ama belki ben yazdıkça, paylaştıkca rahatlarım...
Değerli yazarımız Halide Edip Adıvar'ın "Vurun Kahpeye" sinde bıraktık ikinci sınıf vatandaşlığımızı, mücadelenin özgürlüğe açılan kapılarını gördük. Kurtuluş savaşı ülkemin kutuluşunun yanında kadınlarımızın da kurtuluşuydu. Başöğretmenimiz, yolundan asla ayrılmayacağımız ATATÜRK'ümüz insanın sınıfı olmadığını, tüm insanların aynı yaşam haklarına sahip olduğunu, eşitlikte kadın erkek ayrımının olmadığını öğretti bizlere. Toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını için çıkan kanunlarla Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından yapılan değişikliklerle her alanda kadının varlığının temelini attı. Medeni kanunla başlayan özgürlüğümüz seçme seçilme haklarımızla daha da perçinleşmiş ve Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştu. Kadınlara sağlanan bu özgürlük o yıllarda daha bir çok avrupa ülkelerinde bile bulunmazken Türk kadınına sağlanmış olmanın gururunu yaşıyorduk...
Birey olma hakımızı kullandık, okuma yazma öğrendik, okuduk, yüksek okullara gittik, meslek sahibi olduk, iş hayatına atıldık, her alanda biz de varız diyebilmek için evlerimizin dışında da gücümüze özgürlük gücünü katıp çalıştık. Eğitimlerimiz baba, abi, eş figürlerlerine karşı koruyucumuz oldu. Önderimiz ATATÜRK sayesinde kadınlarımız başını dik tutar oldu. Hiç birşeyden yılmadı kadınlarımız, erkeğine eş, yavrusuna ana, işine malik, evine direk oldu......... ta ki!!! 2000 yıllarına kadar...
1990 yıllarının sonlarına doğru bir takım karanlık güçlerin zayıf beyinlere saldırısı başladı, ilk aşama zayıf olduklarını düşünüp ve hatta bunu emin bir şekilde kabul ettikleri kadınlardı. Yetiştirdikleri bireyleri kadınların içine koydular, kutsal kitabımızın ayetlerini kendi yorumlarıyla aktardılar, korku imparatorluğu yarattılar. Tıpkı üfleyerek kulak yiyen fareler gibi usulca, acıtmadan, yavaş yavaş girdiler beyinlere. Kadına ikinci sınıf olduğunu eşitlik denen olgunun yanlış olduğunu "yanarsın, günahkar olma, yerin çocuklarını yanı, evin, evin direği erkeğin" sözlerini tüm damarlarına zikrettiler. Özgürlüğü gösterip "özgürsünüz" derken hep geriye çektiler...
Sonra kadına saldırı, şiddet başladı. Boşanmak istediğinde eşi tarafından öldürülen, cevap verdi diye eşinden acımasızca dayak yiyen, dekolteliği bahane edilip tecavüz edilen kadın sayısı gün geçtikçe arttı. Önüne geçilmesi çok zordu artık çünkü aleni aile danışmanı adı altında Üresin'ler yetiştirildi, daha geniş bir çevre ile daha geniş anlatımlarla kadına yerini hatırlattılar(!)
Aile danışmanı Üresin'in sözleri üzerine tüm köşe yazarlarımız yorumlarını yaptı, hepsini okudum. Yanlız tüm yazarlarımızın gözünden kaçan bir şey vardı ki! en önemlisi bir kadının ağzından söylenen bu sözlerin yüzdesi oldukça fazla erkeğin beynine yerleşmesiydi. Şakaya vuranların bile çoğunun bir nebze içine kadınının efendisi olduğu düşüncesi girmişti bile, istemeselerde(!) Dört eş alma, bunun resmi nikahla olma sözleri bana göre fasa fiso, orada asıl düşündürücü olan kadınlara aktarılan erkeğin onun efendisi olması, cevap verdiğinde şiddet görmesinin normal olması, erkeğine bakamıyorsa aldatılmasının kaçınılmazlığı, çocuklarını dövsen de seviyorsun ya ehh eşin hem döver hem sever söylemleriydi. Üresin istediği kadar söylesin, gündemi değiştirsin, köşelere söylem yaratsın, geçicidir mi! değil, konu çok derin ve vahimdir.
Çok değerli, bu ülkeye ve insanlığa hizmet veren cağdaş bir Türk doktorunun hasta yatağında evine girilip tüm geçmişine el konulması, değerli bir iş kadınımıza "pornocu" damgası yapıştırılması, değerli bir sanatçımıza "tüm gençlerimizin rüyalarını süslüyor" sözleriyle aşağılanması geldiğimiz noktayı gösteriyor. Ne yazıktır ki son yıllara kadar Cumhuriyet dönemimizde Türk kadını hiç bu kadar küçültülmemiş, hor görülmemiş ve aşağılanmamıştı...
Son günlerde yazmak isteksizliği duyuyorum, yazmak istiyorum yazmıyorum-yazamıyorum, ne yazarsam laylom geliyor bana, hep parmaklarım gidip aynı yerlere takılıyor. Okumakla geçiştirmek istiyorum yazma duygularımı, olmuyor. Kaçmak istedikce aynı yerlerde dolandığımı görüyorum, beynimdeki tokmak hiç durmadan sinirlerime saldırıyor. Acımasızca saldırıların karşısında bir boyun eğen de ben olmak istemiyorum, işte bunun için yazmak istiyorum. Siyaset olur (muş) mu? ondan da vazgeçtim. Gerçi beni kim duyar, kim görür yada görüşlerim neyi değiştirir? ki. Ama belki ben yazdıkça, paylaştıkca rahatlarım...
Değerli yazarımız Halide Edip Adıvar'ın "Vurun Kahpeye" sinde bıraktık ikinci sınıf vatandaşlığımızı, mücadelenin özgürlüğe açılan kapılarını gördük. Kurtuluş savaşı ülkemin kutuluşunun yanında kadınlarımızın da kurtuluşuydu. Başöğretmenimiz, yolundan asla ayrılmayacağımız ATATÜRK'ümüz insanın sınıfı olmadığını, tüm insanların aynı yaşam haklarına sahip olduğunu, eşitlikte kadın erkek ayrımının olmadığını öğretti bizlere. Toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını için çıkan kanunlarla Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından yapılan değişikliklerle her alanda kadının varlığının temelini attı. Medeni kanunla başlayan özgürlüğümüz seçme seçilme haklarımızla daha da perçinleşmiş ve Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştu. Kadınlara sağlanan bu özgürlük o yıllarda daha bir çok avrupa ülkelerinde bile bulunmazken Türk kadınına sağlanmış olmanın gururunu yaşıyorduk...
Birey olma hakımızı kullandık, okuma yazma öğrendik, okuduk, yüksek okullara gittik, meslek sahibi olduk, iş hayatına atıldık, her alanda biz de varız diyebilmek için evlerimizin dışında da gücümüze özgürlük gücünü katıp çalıştık. Eğitimlerimiz baba, abi, eş figürlerlerine karşı koruyucumuz oldu. Önderimiz ATATÜRK sayesinde kadınlarımız başını dik tutar oldu. Hiç birşeyden yılmadı kadınlarımız, erkeğine eş, yavrusuna ana, işine malik, evine direk oldu......... ta ki!!! 2000 yıllarına kadar...
1990 yıllarının sonlarına doğru bir takım karanlık güçlerin zayıf beyinlere saldırısı başladı, ilk aşama zayıf olduklarını düşünüp ve hatta bunu emin bir şekilde kabul ettikleri kadınlardı. Yetiştirdikleri bireyleri kadınların içine koydular, kutsal kitabımızın ayetlerini kendi yorumlarıyla aktardılar, korku imparatorluğu yarattılar. Tıpkı üfleyerek kulak yiyen fareler gibi usulca, acıtmadan, yavaş yavaş girdiler beyinlere. Kadına ikinci sınıf olduğunu eşitlik denen olgunun yanlış olduğunu "yanarsın, günahkar olma, yerin çocuklarını yanı, evin, evin direği erkeğin" sözlerini tüm damarlarına zikrettiler. Özgürlüğü gösterip "özgürsünüz" derken hep geriye çektiler...
Sonra kadına saldırı, şiddet başladı. Boşanmak istediğinde eşi tarafından öldürülen, cevap verdi diye eşinden acımasızca dayak yiyen, dekolteliği bahane edilip tecavüz edilen kadın sayısı gün geçtikçe arttı. Önüne geçilmesi çok zordu artık çünkü aleni aile danışmanı adı altında Üresin'ler yetiştirildi, daha geniş bir çevre ile daha geniş anlatımlarla kadına yerini hatırlattılar(!)
Aile danışmanı Üresin'in sözleri üzerine tüm köşe yazarlarımız yorumlarını yaptı, hepsini okudum. Yanlız tüm yazarlarımızın gözünden kaçan bir şey vardı ki! en önemlisi bir kadının ağzından söylenen bu sözlerin yüzdesi oldukça fazla erkeğin beynine yerleşmesiydi. Şakaya vuranların bile çoğunun bir nebze içine kadınının efendisi olduğu düşüncesi girmişti bile, istemeselerde(!) Dört eş alma, bunun resmi nikahla olma sözleri bana göre fasa fiso, orada asıl düşündürücü olan kadınlara aktarılan erkeğin onun efendisi olması, cevap verdiğinde şiddet görmesinin normal olması, erkeğine bakamıyorsa aldatılmasının kaçınılmazlığı, çocuklarını dövsen de seviyorsun ya ehh eşin hem döver hem sever söylemleriydi. Üresin istediği kadar söylesin, gündemi değiştirsin, köşelere söylem yaratsın, geçicidir mi! değil, konu çok derin ve vahimdir.
Çok değerli, bu ülkeye ve insanlığa hizmet veren cağdaş bir Türk doktorunun hasta yatağında evine girilip tüm geçmişine el konulması, değerli bir iş kadınımıza "pornocu" damgası yapıştırılması, değerli bir sanatçımıza "tüm gençlerimizin rüyalarını süslüyor" sözleriyle aşağılanması geldiğimiz noktayı gösteriyor. Ne yazıktır ki son yıllara kadar Cumhuriyet dönemimizde Türk kadını hiç bu kadar küçültülmemiş, hor görülmemiş ve aşağılanmamıştı...
17 yorum:
Hani birde bütün bunlarin adini ileri demokrasi koydularya...
Öncelikle seni kutluyorum benim sevgili arkadaşım Nur'um.. Yaralarımıza parmak bastığın için..
"KABUSTU GERÇEK OLDU" maalesef!!!
Benim elimde bir güç olsa ne yaparım biliyor musun? Sana çok komik gelebilir ama önce FACEBOK denen (harfin birini bilerek yazmadım böylesi daha yakıştığı için) lâğımı kapatırım...Belki o zaman elime geçirsem öldürünceye dövebilecek kadar hırslandığım bir boka yaramayan ama kendilerini ileri demokrat zanneden "z" leri "s" ile konuşan.. şımarıklığı bile fespaye bir biçimde sunan kadın bozuntuları, belki orda geçirdikleri zamanı daha faydalı bir işe harcarlar... en azından bir kitap okurlar, bir yaralıyı tedavi ederler, sosyal etkinliklere katılırlar, kendi çocukları kocaları aileleri ile ilgilenirler..Bir kediye köpeğe faydaları dokunur..
Yani sevgili dostum demem o ki, biz ve bizim gibi düşünenler artık azınlık bile değiliz...
Benim için bedenini satmakla ruhunu satmak arasında bir fark yok..
Ve bunu yapanlar için başını bağlamakla kıçını açmak arasında da bir fark yok!!
Çünki, "DÜRÜST" olunmaz sevgili dostum dürüst doğulur!..
Nur'cuğum,
Biraz önce Ayşe Önal'ın töre cinayetleriyle ilgili söylediklerini okudum ve bir kez daha acıdı içim:
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/17901695.asp?gid=59
Ve bu kitabı basacak bir "yerli" yayıncı bulunamayışı daha da acı yanı işin!
Duygularımıza ne güzel tercüman oldun Nur' cum. Ellerine sağlık.
Nur'cum ne kadar doğru ve ne kadar güzel yazmışsın, kalemine yüreğine sağlık canım iyi ki varsın...
Canımmm uzun bir aradan sonra yoru
mun beni çopk mutlu etti.Eşim tek
rar ameliyat olacak gün bekliyoruz
büyüme yapmış solda olanların biri
hayırlısı Rabbimden inşallah dualar
la ve Rabbimin izniyle bu sınavıda vereceğiz.Mutlu haftalar diliyor ve öpüyorum.
Nur Hanım yazınız için teşekkür ederim size. Türkiye'deki "Kadın Sorununu" çok güzel bir şekilde dile getirmişsiniz. İtilmişlik, horgörülmüşlük ve kötü damga yemek nedense hep kadınlara mahsus bu ülkede. Ülkemizde bir de bununla ilgili bir bakanlık olmasına rağmen kadınlarımız hep geri planda. İşlerine destek değil de köstek olunuyor genelde. İyi örnekler de var tabiki. Burada bardağın boş tarafına bakıyormuşum gibi görünmesin. Yalınız o iyi örneklerin yüzdesi ne yazık ki çok az.. İyi haftalar diliyorum size...
Bana sanki bugünlerde yaşananlar daha kötünün iyisiymiş de başımıza ( bu ülkenin başına ) gelecek daha çook fazla kötü şey varmış gibi geliyor.Çok karamsarım çok. Fikrine sağlık arkadaşım.
Ne yazık ki görünen tablo içler acısı. Hergün daha da kötüye giderken genel görüntü, sanki günbe gün herşey daha bir yoluna giriyor tüm sorunlar çözülüyormuş gibi pompalanıyor halkın beynine beynine. İşin komiği buna en çok inananlar, ekonomik gücü olmayan, insanca yaşam standartlarının çok altında yaşam süren daha doğrusu hayatta kalma mücadelesi içinde olanlar tarafından kabul görmesi ve çizilen bu tabloya kayıtsız şartsız inanması, beni hayretler içinde bırakıyor.
Son postumda ( Köy yanar deli saçını tarar) yazdığım gibi ben artık birşeyler umut etmekten vazgeçmek üzereyim :((
Sevgiler
Postunuzu çok büyük bir duygu tufanı yaşayarak okudum sevgili Nur hanım.
Bütün erkeklerimiz adına, sizden ve Türk kadınlarından özür dilemeyi borç bilirim. Lütfen kabul buyurunuz.
Sevgi ve saygılarımla..
Sünter'cim,
Ben artık demokrasi ve hayal sözcüğünden yıldım, biliyormusun canım.
Gülsen'cim canım arkadaşım bana verdiğin destek için çok teşekkür ederim. Kabusların gerçeğe dönüşmesinle hayallerimizden korkar olduk.
Tijen'cim bende okumuş ve bildiğimiz gerçekler olduğu halde yeniden, yeniden kahrolmuştum canım.
Asuman'cım,
teşekkürler canım, yanımda olduğun için seninde yüreğine sağlık.
Özlem'cim, teşekkür ederim, sizde iyi ki varsınız zaten ben sizlerle varım.
Derya'cım,
uzun bir ara haklısın blogların kapanması benim bir ara fazlaca bloglarla birlikte olamamasından, ama eşin hiç aklımdan çıkmadı, bizim içimizde de oluşan bu hastalık devamlı aklımdaydı. Ameliyatın yenilenmesine üzüldüm ama olması gerekiyor muhakkak, acil şifalar dilerim canım.
Müge'cim,
aslında yazdıklarımın bir kısmını istemiyerek sildim. Okudukça ve çevrede araştırdıkça daha neler,
neler le karşılaştım. Sırf merak ve belki biraz aydınlatma isteğiyle aralarına girdim ve gördüklerimi bir yazsam! canım çok korkunç. Ne yazık ki dışardan göründüğü gibi değil tek kelimeyle katliam!!!
Sevgili Sis,
karamsar olmamak elde değil canım ve aynen senin gibi bende bu günlerin iyi bile olduğunu düşünüyorum.
Çınar'cım,
umut etmekten asla vazgeçmek yok, bunu düşünme de ne yapabiliriz işte oda mechul.sanırım iki yıl önceydi Mine Kırıkkanat'ın bir yazısı vardı bu günü ve yarını anlatan onda takılı kalmıştım. Yok oraya daha gelmeyiz diye ama haklıydı günbe gün yaklaştığımız nokta aynı anlattığı gibi acımasızca ilerliyor. Ve ben bundan daha karanlık günlerin gelmesinden çok korkuyorum.
Sevgili Jivago,
çok teşekkür ederim, duyduğun üzüntü satırlarına yansımış. İşin en acı tarafıda cinsler ayırımı yerleşmiş içimize aslında vicdan ayırımı gözle görülen şekilde olabilseydi keşke.
Hepinize yorum ve desteklerinizden dolayı çok teşekkür ederim. Sevgiler...
Nur ablacım öyle güzel ifade etmişsin ki yüreğine sağlık..
Elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık. Gerçekleri birbir kaleme dökmüşsünüz. sevgiler.
Elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık. Gerçekleri birbir kaleme dökmüşsünüz. sevgiler.
Nur ablacım sizin ve ailenizin kandilini mübarek olsun.Allah dualarımızı kabul eylesin.
Merhaba, bloğunuzu çok beğendim, tebrikler:)
www.LensMarket.Com
Hoşgeldin Deniz,
Çok teşekkür ederim nazik yorumun ve beğenin için.
Sevgiler...
Yorum Gönder