Perşembe, Şubat 04, 2010

BİZ HİÇ ZENGİN OLMADIK Kİ!

Geçen hafta bir yazı başlamış, bitirememiş, zamana yaymıştım. "Biz hiç zengin olmadık" başlığı altında bir yazıydı bu. Halkın büyük çoğunluğunun ve bizim hayatımızın, daha doğrusu emekçi halkın yaşamıydı. Bizde her emekçi gibi yaşamın zorlukları içinde çırpınışlarımızı, bu ülkeye yararlı olma mücaadelemizi ve yarınlar için yetiştireceğimiz çocuklarımız için verdiğimiz mücaadele yoluydu anlatacaklarım. İşe giderken küçücük çocuklarımı dadı ve piyano hocalarına değil de evde yanlız başlarına bıraktığımdan bahsedecektim. Çok genç yaşta, iş yaşamımın başında ikinci çocuğuma hamile kaldığım için "iki çocuklu kadın verimi az olur" düşüncesiyle işten çıkarıldığımı, muhasebe müdürünün bu görüşü karşılığında "bu ülkede kadın olma zorluğu"nu, tek memur maaşınla yaşamaya terk edilişimizi yazacaktım...
 
"Biz hiç zengin olmadık, bizim triplex villalarımız yok. Garajında sıkılınca değiştireceğimiz kişiye özel otolarımız da yok, biz Esma Sultan yalısını bilmeyiz, Çırağan sarayında gidebileceğimiz hiç düğünümüz olmadı, taşıyamayacağımız kadar takılarımız da yok!" diyecektim. "Çocuklarımızı zorlukla okuturken başarılarının karşılığında ne yazık ki onlara dörtyüzbin Tl.lık araba hediye edemedik. Sevgimizim yanında verdiğimiz sadece manevi destekti!" diyecektim. Bu yol yaşam yolu, yolda ayağımıza takılanlarla mücaadele etmenin gururuydu anlatacaktım...
 
TEKEL İŞÇİLERİ'mizdi bunları bana düşündüren. İlk günden itibaren kendim İstanbul'da olmama karşın yüreğim hep onların yanında oldu, sabahtan akşama her saat başı haber kanalı aradım onlardan haber alabilmek için. Haklarını arıyorlardı! doğal haklarını! İstedikleri neydi? sıcak bir oda, sıcak bir tas çorba ve VERİLEN HAKLARI. Emeklerinin karşılığında onlara tanınan hakları, tanınanlar tarafından insafsızca geri alınmak istenen hakları!!!
Oysa iş kanunu "kazanılmış hak geri alınmaz" der. Sonradan sayfalar dolusu resmi gazete yayımları bile ana maddeyi değiştiremez.
Kaybetmek istemedikleri de emekleri karşılığında kazanılmış hakları, sadece boğaz tokluğu mücaadelesi, boğazda yalı mücaadelesi değil onlarınki...


Oldukça uzun bir yazı olacaktı, dediğim gibi zamana yaymıştım ki!
Bir yazı çıktı karşıma, "EKMEK VE LOR PEYNİRİ" düşündüklerim çok akıcı ve gayet içten bir dille yazılmıştı. Tercihimi bu yazıdan yana kullanarak post yaptım. Çok okunmuş bir yazıydı, okumayan olmuştur diye paylaştım. Ben ağlaya ağlaya okudum ve gelen yorumlardan siz dostlarımında aynı duyguları yaşadığınızı anladım...



Bu posta bir yorum geldi "Adsız" adı altında;


""yukarıdaki durumu yaşamış biri olarak göz yaşlarımı tutamadım..... bizde eşimle devlet memuruyduk ama aldığımızın çoğu kira,bakıcı,yol parası vs.bize birşey kalmıyordu.kiradan o kadar bıkmıştıkki bir koop.girdik.ondan sonra yokluk daha fazla olmaya başladı.çocuklar küçükler beslenmeleri lazım tavuk boynu alırdım çorba yapmak için(hala tavuk boynu görmek istemiyorum)kasaptan kemik alırdım para almazlardı.2 tane muz alır çocuklara yarım muzdan muzlu süt yapar içine pekmez koyup türlü hikayelerle onun ne kadar beslsyici olduğuna inandırırdım.kıyafetlerimizi kendim dikerdim.ucuz olan sebzeleri alıp değişik şekilde pişirirdimbirgün oğlum markette yeni çıkan içinden oyuncak çıkan çikolatadan istemiştide alamamış onun ne kadar zararlı birşey olduğunu anlatmıştım ona.çocuklardan görüp kola istemişler bir şişe alıp ikisine pay etmiştim oğlum hala hiç şişeyi kafama dikip birşey içmedim hep bardakta azıcık diye sitem eder bana.çocuklarımın her isteğinde şu evin taksidi bitsin alırız dediğimden evde hala alay konusudur.oğlum şimdi 30 kızım 27 yaşında evliler allaha şükür durumları iyi.biz hala emekli maaşı ile nereden kısabiliriz durumlarındayız.blokları okuyorum iananamıyorum yukarıdaki insan manzarasının ve hatta daha kötü durumda olanlarında olduğu türkiyede bu akşam şuraya gittik hafta sonu şuradaydık,şunu yedik bunu içtik, evler, arabalar,tatiller,hatta yurt dışı falan nasıllll..... ben yaşadıklarımla gurur duyuyorum şimdi çocuklarım beni diğer memur aileleri ile kıyaslayıp onun annesi babasıda memurdu ama evlerine herşey kasayla geliyodu,tatile gidiyolardı,çocukları kantinden çıkmazdı diye suçlasalarda...o kadar sıkıntıya rağmen biz yapamadık beceremedik sadece bir ev ve emekli maaşımız oldu diyebiliyorum. haaa aynı yerde çalışıp emekli olup 2-3 evi yazlığı kışlığı son model arabası olup devamlı seyahat eden arkadaşlarımızda var vallahi onlara brova diyorum biz beceremedik beceriksizis işte......""


Cevap yazdım, çok duygulanmıştım. Postumun içinde kullanabilirmiyim diye izin istedim. İkinci bir yorumu geldi;


""Sevgili nur ve yazınıza yorum yazan arkadaşlar biliyorumki üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yaşadık aynı engebeli yollardan geçtik ve biliyorumki çoğumuzun buna benzer hikayeleri var,vardır...Ne mutlu bizeki nikah memurunun söylediği gibi varlıkta,yoklukta,hastalıkta, sağlıkta çok kötü günlerimizde dahi kendimize mutluluk verecek olaylar yarattık beterin beteri vardır bugünümüze şükür dedik.Ailece kenetlendik kimseye halimiz budur demedik.herzaman başımız dik sanki herşeyimiz dört dörtlükmüş gibi yaşadık.Bunda çocukluğumunda buna benzer yokluk içinde geçmesinin payı vardı sanırım.Bu şartlarda nasıl yaşamamız gerektiğini küçükken öğrenmiştik.ilkokula başlarken okul önlüklerimiz büyük dikilirdi 5 sene giyilecek gibi.Benim 4 ncü sınıfta önlüğümün dirsekleri açılmıştı.annem 1 sene için önlük alınmaz diye yama yapmıştı dirseklerine ben sınıfta sobanın yanında oturmama rağmen 1 yıl üzerimden hırkamı çıkarmamıştım kimse yamasını görmesin diye.hayatım boyunca hep üşümem bundanmı bilmem.sadece önlükmü hayır çoraplarımız bile yamalıydı.temiz ve yamasız olanları misafirlikte giyerdik.Rahmetli babaannem' eskisi olmayanın yenisi olmaz' derdi ve eskileri evde giyin dışarı çıkarken temiz tertipli çıkın diye tembih ederdi.çokmu fakirdik bilmiyorum babam öğretmendi... Belki babaannemin sözündendir aldığım kıyafetleri bozulmadan yıllarca bugün alınmış gibi giymem. Bende anılar bitmez yorumumu kullanmak için izin istemişsin teşekkür ederim tabiki kullanabilirsin sevgiler..""
 
Benzer yaşamlardı, bizleri de "eskisi olmayanın yenisi olmaz" "sahip olmak için ihtiyacına bak" sözleriyle büyütmüşlerdi...



Daha sonra, "sevgili yavrum canım kızım"ın hiç ummadığım çok güzel bir yorumu geldiğinde yürüdüğümüz yol ne kadar taşlı olursa olsun birlikteliğimizin ve bana yaşadıklarımızın ne kadar gurur verici olduğunu bir kez daha hatırlattı...
 
 
RENKLİ TASARIMLAR dedi ki...
""Memur babanın, işçi annenin iki çocuğundan küçük olanıyım ben. Babam gibi annem de çalışmaya mecburdu. İki maaş, iki çocuk... Eh, anca dengeleniyor işte... İlkokulda kaybettiğim ev anahtarının sayısını hatırlamıyorum; henüz çok küçüktük bu sorumluluğu almak için ama çalışan anne çocuğu olmak bunu gerektiriyordu. Evi anahtarınla açacaksın, sobanı yakacaksın, yemeğini ısıtıp yiyeceksin ve dahası... Ne mutlu bana! Ne mutlu ablama! Yaşam boyu iki ayağımızı sağlamca yere basmamızın ilk temel taşlarıydı bunlar. Kendi gücümüzü fark edebildiğimiz, sorumluluk bilinci geliştirebileceğimiz en erken dönemlerdi. Mecburiyetin bir insan evladına kazandırdığı en önemli değerlerdendi... Sağolsun devlet politikaları! Babam memur, annem işçi... emekliler şimdi... Oyuncaklarımızı iki kardeş kendimiz yapardık. Kartondan bebek keser, kâğıtlardan elbiselerle süslerdik. Bulduğumuz kutulara evler yapardık. Fena mı oldu? Bak anneciğim, ben tasarımcı oldum ablam mimar! Evimize giren kıt kanaat maaşlarla yaşanan en büyük lükslerden biri günlük gazete ve kitap alışverişleriydi. Klasik bir pazar günü fotoğrafıdır babamın divanda bıyıklarını burka burka kitap okuduğu saatler. Memurdu babam, çok okurdu. İşçiydi annem, çok okurdu. Yoklukta bile vazgeçilmez olan şeyin, 'okumak' olduğu kazındı zihnimize o günlerden. O gün bugündür okuyoruz, yazıyoruz, söz söyleme hakkımıza, her tür fikri ifade hakkımıza 'dilimizle' sahip çıkıyoruz. Ve 'dilimize' de, çocukluktan beri bize Büyük Türk olarak anlatılan Atatürk'ümüzün öğrettiği şekliyle sahip çıkıyoruz. İçine ne Avrupa'nın, ne Amerika'nın, ne de "ARABİSTAN"ın sözcüklerini katmadan kullanıyoruz, ne mutlu! Her şeyin değerini anlayarak büyüdük. Yokluğu da bildik bolluğu da... Her şey bize, daha küçücükken 'birey' olduğumuz varsayılarak özenle anlatıldı. Bu yüzdendir ki, yoklukta bulduğumuzla yetinmeyi ama bolluğu da kendimizden uzak tutmamayı öğrendik. Ne cimri olduk, ne savurgan... Değerli olduğumuz hem sözlerle hem sevgiyle öğretildi bize. Ve biz bu kadar değerli olan kendimizden hiçbir bolluğu sakınmamayı yazdık aklımıza. Ve yokluk gizli konuşmalarla saklanmadı bizden. Eğer saklansaydı yokluğun sadece bir 'durum'dan ibaret olduğunu anlayamazdık. Utanmamız gereken bir sıfat haline dönüşürdü içimizde. Biz ne sahip olmadığımız maddi değerler yüzünden utandık, ne de sahip olduğumuz maddi değerler yüzünden! Ama işte öyle değerlerle yetiştirildik ki, tıpkı bu yazıda geçtiği gibi, ülkenin başbakanı insan değerini bilmiyor diye biz insanlığımızdan utandık! İnsanoğlunun adaletsizlikte, umursamazlıkta, bencillikte, alçaklıkta, hainlikte, kabalıkta, değer bilmezlikte, soysuzlukta, arsızlıkta, namussuzlukta geldiği noktadan utandık! Geçen gün biri anlatıyordu; çocuğunun öğretmeni sınıfta herhangi bir yerlerden 15 tane kalem toplamış. Bunlar kimin diye sorduğunda hiçbir çocuk ortaya "benim!" diye çıkmamış. Kendilerine ait kalemlerin sayısını bile bilmiyorlar! Kendi yaşadığım bir örnek geldi aklıma bunu duyunca. "Bu kimin?" diye sormuştu öğretmenimiz, bende bir tane daha var diye "benim," diyememiştim, "Sevda'nın," çıkmıştı ağzımdan. Onun yoktu. Yoklukla varlığı o kadar iyi anlamıştık ki, 'paylaşmayı' öğrendik. Ne 'hep bana', ne 'benden uzağa'... Biraz sana, biraz bana... adalet, hak, herkes için... Biz, ekmek ve lor peyniriyle bu ülkenin değerlerine sahip çıkacak birkaç önceki nesildik. Arada başbakanın buyurduğu gibi 4-5 çocuk doğurmadığımız için sayımız azaldı, ama olsun.:) Nasılsa güç dediğin özden gelir...

Anneme sevgilerimle...""


Bu post için ..... Arkadaşıma ve sevgili yavruma çok teşekkür ederim...


19 yorum:

Asuman Yelen dedi ki...

Az etli bol kemikli sulu yemeklerimizle, bol ev reçelli bol ekmekli az peynirli kahvaltılarımızla, sobalı, gardropsuz tahta masa ve sandalyeli ahşap evlerimizle, bez bebeklerimizle, hiç yalan söylemeden,küçük büyük birbirimizi sayarak ve severek, taşındığımız her evin misafir salonuna önce Ata' mızın resmini asarak (Hayat' ın orta sayfası resmini babam çerçevelemişti)maddi manevi hep paylaşarak büyüdük.
Bu gün kendi kaloriferli evimde oturuyor, tüm elektronik eşyalardan yararlanıyorum. Her sene tatile çıkıyorum.
Çocukken sahip olmadıklarımın farkında bile değildim. Şimdi ise sevgiden, huzurdan, mutluluktan, güvenden, haktan adaletten ümitten çareden yoksun, bu yoksunluğun tepeden tırnağa farkında olarak yaşayıp gidiyorum.
Ben de diyorum ki biz hiç fakir olmadık ki...

mavi dedi ki...

Açıkçası ne yalan söyliyeyeim şu "ekmek ve lor peyniri" yazısını okumamıştım. şimdi bu yazıyı okuyunca okudum ve gerçekten ben de AĞLADIM. Düşünüyorum da benimde buna benzer anılarım var ve hiç gocunmadan da yazabilirim. çünki o zamanda bu zamanda yaşadığımız fakirlik ne yazık ki bizim değil BAŞIMIZDAKİLERİN ESERİ. bizde küçükken çok fazla sucuk yemezdik. Annecim salçaya sarımsak,kimyon, karabiber ekler yağda kavurur kahvaltıda yedirirdi ve bunun sucuğun ana maddesi olduğunu anlatırdı. Parmaklarımızı yalardık resmen. Ayrıca biz lor değil ama çökelek yerdik.

sünter dedi ki...

Sevgili Nur ablacim,
yazdiklarin ve sana gelen yorumlar okadar güzel ve etkileyici ki. Üzerine ne yazsam sanki eksik kalacak. Ben maddi olarak o kadar zor günler yasamadim.Allaha bin sükür. Ama o zorluklari yasamis bir aileden geliyorum.
Kendi ülkesinden yokluk sebebiyle ekmek parasi derdine yurtdisina giden ailesinin arkasindan bakakalmis birisiyim. O da ayri bir yoksulluk ya yasayan bilir.

Sevgili Asumanin yorumuna da cani gönülden katiliyorum. Galiba asil yoksulluk herseyleri oldugu halde maneviyattan ve umuttan yoksun olanlar yasiyor.

Sevgiler

sufi dedi ki...

Sevgili Nurum;
Senin yazının,adsız yorumla seslenen dostun ve renkli tasarımlar blogu yazarı yaratıcısı kızının yazılarının üstüne; gönül zenginliğini tercih edip de hiç maddi zengin olmamış biri olarak başka bir söz eklemek istemedim.Hepiniz candan öte cansınız dostlar.İyi ki de böyle yokluklar içinde yaşayıp sahip olduğumuz herşeyin kıymetini bilenlerden olmuşuz.Sevgilerimle.

beenmaya dedi ki...

benzer şeyler yaşamış, vakti zamanında hem varlığı hem de yokluğu görmüş biri olarak sufime katılıyorum ben de. sizler yürek zenginliğinin ne olduğunu gösterdiniz bizlere...

yoktu belki pek çok şeyimiz, eksikti, eksikti ama biz tamdık hep, insan olarak yürek olarak umut olarak tamdık. biz hep vardık işte hep vardık, hep te varız...

Deliler Teknesi dedi ki...

İyi ki varsınız... Aramızda üç beş iyi de olmasaydı, ne olurdu halimiz acaba? Yüreğinize sağlık...

Leylak Dalı dedi ki...

Çocukluğumuz bu şartlarda geçtiği için paylaşmayı, yetinmeyi, azla mutlu olmayı öğrenebildik. Annemizin diktiği elbiseye, ördüğü kazağa sevindik. "Seneye de giysin" diye hep iki beden büyük alındı giysilerimiz. Annemizin evde olmadığı gün rahatlıkla komşu teyzeye geçtik, ne biz yadırgadık, ne o yüksündü. Okulda arkadaşlarımız, mahallede komşularımız bizim gibiydi, kimse kimseye nisbet yapmadı. Bahçeler araba garajı değil oyun ve ağaç çiçek alanıydı o zamanlar. Oynamaktan yorulurduk biz, test sınavlarına hazırlanmaktan değil. Tüketim toplumu olmamıştık, hırs sarmamıştı insanları. Ve sanırım o yüzden şimdiki çocuklardan daha mutluyduk o yetersiz imkanlarımızla.
Senin ve ses veren herkesin gönlüne sağlık...

Bir Dut Masalı - nUnU dedi ki...

BÖYLESİNE CÖMERT
BÖYLESİNE SAMİMİ
BÖYLESİNE SAHİCİ DUYGULARA
TEŞEKKÜRLER.

NzlGl dedi ki...

İyiki varsınız
sevgilerimle

nazlı

Çınar dedi ki...

Biz çok zenginmişiz aslında. Olanla yetinen yeni birşey alınınca da sevinçten gözümüne uyku girmeyen çocuklardık biz. Ne, almıyorsunuz derdik anne babamıza ne de, marka istiyoruz diye tuttururduk. Her istedikleri gerçekleştirilen herşeyin en iyisi alınan şimdiki çocuklara bakıyorum da son derece doyumsuz ve mutsuzlar.

Gençlere bakıyorum daha evliliğe ilk adımlarını atarken her türlü eşyaları hazır oluyor hatta evler alınıp yerleştiriliyorlar, zorlanmasınlar diye. Zorlanmıyorlar evet bir elleri yağda bir elleri balda oluyorlar ama mücadele etmeyi bilmedikleri, bu kendilerine hiç öğretilmediği için ilk fırtınada darmadağın oluyor yuvalar.

O halde, mutluluğun maddiyatla çok ta ilgisi yokmuş. Öyle olsaydı, bizler o kadar mutlu çocukluklar yaşamazdık ve şimdikiler de bu kadar mutsuz olmazlardı.

Sevgili kızın,Renkli Tasarımlar'ı okuyunca gördüm ki, fikri hür vicdan sahibi yetenekli ve 'zengin', yüreği sevgi dolu evlatlar yetiştirmişsiniz. Ne mutlu size

Gerçek zenginlik budur bence...

Sevgiler canım

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Çok sevgili
Asumancım
Şenizim
Süntercim
Candostum
Mayam
Deliler teksesi
Leylakcım
Nunum
Nazlım
Çınarcım

Güzel ve onurlandırıcı yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim.Sizleri çok seviyorum benim candan dostlarım. Yok olduğunu sandığım değerleri bulduğum için mutluyum.
Birkaç gün yoktum ve dün gece geldim, aklımda olanı satırlara döktüm ve şimdi sizleri ziyarete gitmekteyim.
Sevgilerim sizlerle...

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

Sevgili Yaşamın Kıyısında,
kıt kannat geçirilen çocukluk ne ben de ne de abim de herhangi bir eksiklik duygusu ve kompleks yarattı.Huzurlu,mutlu ve tatminkar çocuklardık.Bize verebileceklerinin en iyisini verdiğini düşündüğümüz ve gördüğümüz anne-babamız vardı.Onlarla gurur duyuyorduk.iyi ki öyle büyüdük,iyi ki öyle koşullarda yetiştik.Biz hiç "keşke" demedik.
Güzel yazın için teşekkür ediyorum.Aynı koşulları paylaştığımızı bilmek güzeldi..

Sevgilerle..

NuR dedi ki...

Sevgili Nur, senin, Sevgili adsız kardeşimiz ve zarif, marifetli, harika kızınızın yazdıklarınızı okuduktan sonra üstüne ne diyebilirim diye öyle kaldım. Darda olanlara, darda kalanlara, sadece Allah'tan yardım dileği geçti yüreğimden:(
Sevgiyle kal

daimamutfak dedi ki...

ne güzel bir yazı olmuş..iyiki yazıyorsunuz..sevgiler..

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Sevgili Zühre,
Ne güzel bir yorum bu canım,
ben keşke sözünü hiç tanımam zaten. Keşke sözünün öbür ucu "yaşanması gerekiyordu yaşandı"dır benim için...

Sevgili Nur'um, güzel adaşım,
sesini yeniden duymak ne güzel, yaşanmışlıklar manevi değerleri yok etmediği müddetce sadece gurur verir...

Sevgili Daimamutfak,
Uzaklardan gelen sen beni eskiye götürdü canım, bir kayboluyorsun arasam da bulamıyorum, özletiyorsun...

Hepinize yürekten sıcak sevgiler...

Yasemin Ünsal dedi ki...

Bir şeyler anladım, bir şeyler düşündüm, bir şeyler hissettim. "Yalnız değilmişim" dedim.

Demek ki bu yazı iyi bir yazı. Teşekkürler.

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Hoşgeldin Yasemin,
Ben teşekkür ederim küçüğüm...

MELİS dedi ki...

Sevgili Nur Abla,yazılar ve yorumlar
çok etkileyici.Hiç bir Türk ailesinin
bu koşullardan uzak ve habersiz
olmadığını,en azından büyüklerinden, ebeveyinlerinden duyduğunu tahmin
ediyorum.

Size de bu konuda katkı yaptığınız
için teşekkür ediyorum.

Sevgiler

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Nur'cuğum her şeyden önemlisi biz mutluyduk, şartlar eşitti.
Kendimizi de elimizdekieri de tüketmemiştik.
Kapitalizmin çarkları öğütmemişti bizi.
Çok etkilendim yazı çok önemli.
Sevgilerim kocaman sana canım, iyi ki varsınız hepiniz.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...